English    Türkçe    فارسی   

5
2760-2784

  • Hattâ taze, yahut kuru yaprak yemeden bu bedenimin rengi yemyeşil oldu. 2760
  • تا ز برگ خشک و تازه خوردنم  ** سبز گشته بود این رنگ تنم 
  • İnsanlar atasının suretinde, perdesinde bulundukça âşıklara öyle pek serserice bakma.
  • تا تو باشی در حجاب بوالبشر  ** سرسری در عاشقان کمتر نگر 
  • Akıllı fikirli kişiler, kılı kırk yardılar. Heyet (kozmoğrafya) bilgisini elde ettiler.
  • زیرکان که مویها بشکافتند  ** علم هیات را به جان دریافتند 
  • Neyrencat, sihir ve felsefeyi, hakkiyle belleyemedilerse de,
  • علم نارنجات و سحر و فلسفه  ** گرچه نشناسند حق المعرفه 
  • Mümkün olduğu kadar çalıştılar, elde ettiler, bütün akranlarını geçtiler.
  • لیک کوشیدند تا امکان خود  ** بر گذشتند از همه اقران خود 
  • Aşk, kıskançlığından kendisini gizledi. Böyle bir güneş, onlardan gizli kaldı. 2765
  • عشق غیرت کرد و زیشان در کشید  ** شد چنین خورشید زیشان ناپدید 
  • Gündüzün yıldızları gören keskin gözden güneş, yüzünü gizledi.
  • نور چشمی کو به روز استاره دید  ** آفتابی چون ازو رو در کشید 
  • Bundan geç de öğütümü dinle. Âşıkları aşk göziyle gör.
  • زین گذر کن پند من بپذیر هین  ** عاشقان را تو به چشم عشق بین 
  • Vakit dar, can da kuşkuda. Artık sana özür getirmesine imkân yok.
  • وقت نازک باشد و جان در رصد  ** با تو نتوان گفت آن دم عذر خود 
  • Sen anla da o sözü bekleme. Âşıkların gönüllerini az incit.
  • فهم کن موقوف آن گفتن مباش  ** سینه‌های عاشقان را کم خراش 
  • Sen bu neşeyi anlayamamışsın. Bari ağır ol, ihtiyatı bırakma. 2770
  • نه گمانی برده‌ای تو زین نشاط  ** حزم را مگذار می‌کن احتیاط 
  • Mutlaka yapılması lâzım şey var, yapılsa da olur, yapılmasa da olur iş var, bir de yapılmasına imkân olmayan var. Sen bu ikisinin ortasını tut, ihtiyatta caiz olanı gözet ey bu kavme sonradan gelip katılan kişi!
  • واجبست و جایزست و مستحیل  ** این وسط را گیر در حزم ای دخیل 
  • Beyin, Şeyhin öğütünü duyunca ağlaması ye Şeyhin özündeki doğruluğun ona aksetmesi, o küstahlıktan sonra hazinesini Şeyhe bağışlaması, Şeyhin, ben buyruksuz alıp kullanamam diyerek kabul etmemesi
  • گریان شدن امیر از نصیحت شیخ و عکس صدق او و ایثار کردن مخزن بعد از آن گستاخی و استعصام شیخ و قبول ناکردن و گفتن کی من بی‌اشارت نیارم تصرفی کردن 
  • Şeyh bu sözleri söyleyip hay hayla ağlamaya koyuldu, gözyaşları yeryüzünü ıslatmaya başladı.
  • این بگفت و گریه در شد های های  ** اشک غلطان بر رخ او جای جای 
  • Şeyhin doğruluğu, beyin içine aksetti. Aşk, her an bir görülmemiş çömlek kaynatır durur.
  • صدق او هم بر ضمیر میر زد  ** عشق هر دم طرفه دیگی می‌پزد 
  • Aşıkın doğruluğu cansız bir şeye bile tesir eder. Bilen bir kişinin gönlüne dokunsa şaşılır mı?
  • صدق عاشق بر جمادی می‌تند  ** چه عجب گر بر دل دانا زند 
  • Musa'nın doğruluğu, sopaya ve dağa tesir etti, hattâ azametli denize bile dokundu. 2775
  • صدق موسی بر عصا و کوه زد  ** بلک بر دریای پر اشکوه زد 
  • Ahmed'in doğruluğu ayın yüzüne tesir etti. Hatta parlak güneşin bile yolunu vurdu.
  • صدق احمد بر جمال ماه زد  ** بلک بر خورشید رخشان راه زد 
  • İkisi yüzyüze verip feryada başladılar. Emîr de ağlamaya kovuldu, fakir de.
  • رو برو آورده هر دو در نفیر  ** گشته گریان هم امیر و هم فقیر 
  • Uzun bir müddet ağlaştılar. Sonra bey dedi ki: Ulu kişi, kalk!
  • ساعتی بسیار چون بگریستند  ** گفت میر او را که خیز ای ارجمند 
  • Hazineden ne dilersen al. Bunun gibi yüzlerce ihsana müstahaksın ya, fakat gönlünün dilediğini devşir.
  • هر چه خواهی از خزانه برگزین  ** گرچه استحقاق داری صد چنین 
  • O, senindir. Neye meylin varsa al. Zaten sana iki âlem bile dar gelmede. 2780
  • خانه آن تست هر چت میل هست  ** بر گزین خود هر دو عالم اندکست 
  • Şeyh dedi ki: Bana böyle izin vermediler. Elinle dilediğin şeyi al demediler.
  • گفت دستوری ندادندم چنین  ** که کنم من این دخیلانه دخول 
  • من ز خود نتوانم این کردن فضول ** که کنم من این دخیلانه دخول
  • Bu sözleri, bahane edip kalktı. O ihsan, doğru bir ihsan değildi, onun için kabul etmedi.
  • این بهانه کرد و مهره در ربود  ** مانع آن بدکان عطا صادق نبود 
  • Beyin özü doğruydu, gıllügişi yoktu. Fakat her doğru, Şeyhin gözüne görünmez, o her doğruyu kabul etmezdi ki.
  • نه که صادق بود و پاک از غل و خشم  ** شیخ را هر صدق می‌نامد به چشم