English    Türkçe    فارسی   

5
383-407

  • Ölüm zamanında o bir yudumcuk saf şarap, bu toprak bedenden ölümle ayrılmakta.
  • چونک وقت مرگ آن جرعه‌ی صفا  ** زین کلوخ تن به مردن شد جدا 
  • Geri kalanı hemen görmüyorsun. Böyle çirkin bir beden onunla bak ne hale geliyormuş!
  • آنچ می‌ماند کنی دفنش تو زود  ** این چنین زشتی بدان چون گشته بود 
  • Can bunlardan ten olmadan yüz gösterse o vuslattaki letafeti ben anlatamam ki! 385
  • جان چو بی این جیفه بنماید جمال  ** من نتانم گفت لطف آن وصال 
  • Ay, şu bulut olmaksızın ışık salsa onu kimsecikler anlatamaz!
  • مه چو بی‌این ابر بنماید ضیا  ** شرح نتوان کرد زان کار و کیا 
  • Ne hoştur o tatlılarla, şekerlerle dolu olan mutfak. Şu padişahlar o mutfağı yalayıp dururlar.
  • حبذا آن مطبخ پر نوش و قند  ** کین سلاطین کاسه‌لیسان ویند 
  • Ne güzeldir o din ovasının harmanı. Her harman oradan başak devşirir.
  • حبذا آن خرمن صحرای دین  ** که بود هر خرمن آن را دانه‌چین 
  • Ne alâdır gamsız, kedersiz ömür denizi. Yedi denizde ondan meydana gelmiş bir çiğ tanesidir.
  • حبذا دریای عمر بی‌غمی  ** که بود زو هفت دریا شب‌نمی 
  • Elest sakisi, şu aşağılık ve çorak yeryüzünde bir yudumcuk saçmıştır da, 390
  • جرعه‌ای چون ریخت ساقی الست  ** بر سر این شوره خاک زیردست 
  • Toprak, o sebeple coşmuştur; biz de o yüzden coştuk. Allahm, pek isteksiz, pek tembel olduk, bir yudumcuk daha saç!
  • جوش کرد آن خاک و ما زان جوششیم  ** جرعه‌ی دیگر که بس بی‌کوششیم 
  • Caizse yokluktan feryat ediyor, yokluğu anlatmaya çalışıyorum. Caiz değilse işte sustum.
  • گر روا بد ناله کردم از عدم  ** ور نبود این گفتنی نک تن زدم 
  • Bu, iki kat hırsı anlatmaydı ya... Halil’den öğren o hırs kazını kesmek gerek.
  • این بیان بط حرص منثنیست  ** از خلیل آموز که آن بط کشتنیست 
  • Kazada bundan başka daha bir çok hayır, şer var ama başka sözleri söyleyemem, vakit kalmaz diye ürküyorum.
  • هست در بط غیر این بس خیر و شر  ** ترسم از فوت سخنهای دگر 
  • Tavus kuşunun tabiatı ve İbrahim aleyhisselam’ın onu kesmesindeki sebep
  • صفت طاوس و طبع او و سبب کشتن ابراهیم علیه‌السلام او را 
  • Şimdi ad san için cilvelenip duran iki renkli tavusa geldik. 395
  • آمدیم اکنون به طاوس دورنگ  ** کو کند جلوه برای نام و ننگ 
  • Onun gayreti, sonucundan ve faydasından habersiz bir halde halkı, hayırla şerle avlamaktır.
  • همت او صید خلق از خیر و شر  ** وز نتیجه و فایده‌ی آن بی‌خبر 
  • Tuzak gibi av tutup durur. Tuzağın maksada ait ne bilgisi vardır?
  • بی‌خبر چون دام می‌گیرد شکار  ** دام را چه علم از مقصود کار 
  • Tuzağın, av tutmaktan ne zararı vardır, ne faydası; onun bu beyhude tutuşuna şaşarım işte ben.
  • دام را چه ضر و چه نفع از گرفت  ** زین گرفت بیهده‌ش دارم شگفت 
  • Kardeş, iki yüz güzelle bağdaştın, dost oldun, sonra yine onları terk ettin.
  • ای برادر دوستان افراشتی  ** با دو صد دلداری و بگذاشتی 
  • Doğduğun günden beri işin bu. Sevgi tuzağıyla adam avlar durursun. 400
  • کارت این بودست از وقت ولاد  ** صید مردم کردن از دام وداد 
  • Bu avlamaktan, bu kalabalıktan, bu başlık sevdasından el çek. Hiç bunlarla bir şey ördün, bu yüzden bir şey elde ettin mi?
  • زان شکار و انبهی و باد و بود  ** دست در کن هیچ یابی تار و پود 
  • Ömrünün çoğu geçti, gün akşama yaklaştı. Sense hala adam avlamaya koyulmuşsun.
  • بیشتر رفتست و بیگاهست روز  ** تو به جد در صید خلقانی هنوز 
  • Onu tut, bunu tuzaktan azat et. Alçaklar gibi bir başkasını avla.
  • آن یکی می‌گیر و آن می‌هل ز دام  ** وین دگر را صید می‌کن چون لام 
  • Derken bunu da bırak, başka birini ara... Bu işte tam hiçbir şeyden haberi olmayan çocukların oynadığı bir oyun!
  • باز این را می‌هل و می‌جو دگر  ** اینت لعب کودکان بی‌خبر 
  • Gece gelip çatar, tuzağında bir av bile yok. Tuzak sana, bir baş ağrısından, bir bağdan başka bir şey değil. 405
  • شب شود در دام تو یک صید نی  ** دام بر تو جز صداع و قید نی 
  • Şu halde sen, kendi kendini avladın demektir. Çünkü, hapse düştün, maksada erişemedin, mahrum kaldın.
  • پس تو خود را صید می‌کردی به دام  ** که شدی محبوس و محرومی ز کام 
  • Hiç alemde bizim gibi kendi kendini avlayan bir ahmak daha var mı?
  • در زمانه صاحب دامی بود  ** هم‌چو ما احمق که صید خود کند