English    Türkçe    فارسی   

5
556-580

  • Yoksa yüzünü görmüyor musun? Bırak bu inatçılığı, bırak bu düşünceyi!
  • یا نمی‌بینی تو روی خویش را  ** ترک کن خوی لجاج اندیش را 
  • Nefsi mutmainne’nin saflığı ve temizliği, düşüncelerle bulanır. Nitekim aynanın yüzüne bir şey yazar, yahut bir şekil yaparsın, sonra temizlesen de yine bir iz, bir noksan kalır.
  • در بیان آنک صفا و سادگی نفس مطمنه از فکرتها مشوش شود چنانک بر روی آینه چیزی نویسی یا نقش کنی اگر چه پاک کنی داغی بماند و نقصانی 
  • Bedende Nefsi Mutmainne’nin yüzünü düşünce tırnakları yaralar.
  • روی نفس مطمنه در جسد  ** زخم ناخنهای فکرت می‌کشد 
  • Kötü düşünceyi zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinleştikçe can yüzünü tırmalar.
  • فکرت بد ناخن پر زهر دان  ** می‌خراشد در تعمق روی جان 
  • Müşkül düğümleri açmak ister; fakat bu, adeta altın bir kaba aptes bozmaya benzer.
  • تا گشاید عقده‌ی اشکال را  ** در حدث کردست زرین بیل را 
  • Ey işin sonuna varan düğümü çözülmüş say. Bu düğüm, boş keseye vurulmuş kuvvetli ve çözülmez bir düğümdür. 560
  • عقده را بگشاده گیر ای منتهی  ** عقده‌ی سختست بر کیسه‌ی تهی 
  • Düğümleri açmakla uğraşa uğraşa kocaldın, başka birkaç düğümü de çözülmüş sayıver!
  • دز گشاد عقده‌ها گشتی تو پیر  ** عقده‌ی چندی دگر بگشاده گیر 
  • Asıl boğazımızdaki çözülmez düğüm şudur: Sen kendini bil, bakalım, aşağılık bir adam mısın, yoksa bahtı yaver bir adam mı?
  • عقده‌ای که آن بر گلوی ماست سخت  ** که بدانی که خسی یا نیک‌بخت 
  • Adamsan bu müşkülü çöz. İnsan nefsine sahipsen nefsini bu yolda sarf et.
  • حل این اشکال کن گر آدمی  ** خرج این کن دم اگر آدم‌دمی 
  • Ayan ve arazı bildin tut, ne çıkar? Asıl, kendi haddini bil ki bundan kaçıp kurtulmaya imkan yok.
  • حد اعیان و عرض دانسته گیر  ** حد خود را دان که نبود زین گزیر 
  • Kendi haddini bilince de artık bu hadden kaç da ey toprak eleyen, hadsiz aleme ulaş. 565
  • چون بدانی حد خود زین حدگریز  ** تا به بی‌حد در رسی ای خاک‌بیز 
  • Ömrün mahmul ve mevzu derdiyle geçti. Gözün açılmadı, hayatın, duyduğun şeylerle geçip gitti.
  • عمر در محمول و در موضوع رفت  ** بی‌بصیرت عمر در مسموع رفت 
  • Neticesiz ve tesirsiz olan her delil boş çıktı. Sen kendi neticene bak.
  • هر دلیلی بی‌نتیجه و بی‌اثر  ** باطل آمد در نتیجه‌ی خود نگر 
  • Yapanı ancak yapılan şeylerle görebildin; iktirani kıyas’la kanaat ettin.
  • جز به مصنوعی ندیدی صانعی  ** بر قیاس اقترانی قانعی 
  • Filozof davasında delilleri çoğaltıp durur. Halbuki kalbi temiz Allah kulu, onun aksine delillere bakmaz bile.
  • می‌فزاید در وسایط فلسفی  ** از دلایل باز برعکسش صفی 
  • Delil ve hicaptan kaçar, delalet edilenin peşine düşer, başını yakasının içine çeker. 570
  • این گریزد از دلیل و از حجاب  ** از پی مدلول سر برده به جیب 
  • Filozofa göre duman, ateşe delildir ama bizce dumansız olarak o ateşe atılmak daha hoştur.
  • گر دخان او را دلیل آتشست  ** بی‌دخان ما را در آن آتش خوشست 
  • Hele yakılıktan, sevgiden meydana gelen şu ateş yok mu? O, bize dumandan daha yakındır.
  • خاصه این آتش که از قرب ولا  ** از دخان نزدیک‌تر آمد به ما 
  • Hasılı cana ariz olan hayallere kapılıp dumana koşmak ve bu yüzden candan olmak, pek kötü bir iştir, pek bahtsızlıktır.
  • پس سیه‌کاری بود رفتن ز جان  ** بهر تخییلات جان سوی دخان 
  • Peygamber Aleyhisselam’ın “Müslümanlıkta papazlık yoktur” hadisi
  • در بیان قول رسول علیه‌السلام لا رهبانیة فی‌الاسلام 
  • Kanadını yolma, onun sevgisini gönlünden sök, çıkar. Çünkü, savaşmak için düşmanın bulunması şarttır.
  • بر مکن پر را و دل بر کن ازو  ** زانک شرط این جهاد آمد عدو 
  • Düşman olamadıkça savaş imkanı yoktur. Şehvetin olmazsa ondan kaçınma emrine uyman mümkün değildir. 575
  • چون عدو نبود جهاد آمد محال  ** شهوتت نبود نباشد امتثال 
  • Meylin olmazsa sabrın manası yok. Düşman yoksa ordu sahibi olmana ne hacet?
  • صبر نبود چون نباشد میل تو  ** خصم چون نبود چه حاجت حیل تو 
  • Kendine gel de kendini hadım etme, papaz olma. Çünkü, çekinmek ve temiz durmak, şehvetin zıddıdır.
  • هین مکن خود را خصی رهبان مشو  ** زانک عفت هست شهوت را گرو 
  • Hava ve heves olmadıkça hava ve hevesten çekinin denmesi mümkün değildir. Ölülere gazilik taslanmaz ya!
  • بی‌هوا نهی از هوا ممکن نبود  ** غازیی بر مردگان نتوان نمود 
  • “Yoksullara verin onları doyurun “ denmiştir, şu halde kazan. Çünkü elinde eskiden kazandığın bir şey olmadıkça harcayamazsın ki.
  • انفقوا گفتست پس کسپی بکن  ** زانک نبود خرج بی‌دخل کهن 
  • Gerçi o mutlak olarak “Yoksulları doyurun” demiştir ama sen “Kazanın da sonra yoksulları doyurun” diye oku’ 580
  • گر چه آورد انفقوا را مطلق او  ** تو بخوان که اکسبوا ثم انفقوا