English    Türkçe    فارسی   

6
1490-1514

  • Çünkü kadı, Allahnın terazisidir. Kilesine şeytan hilesi giremez. 1490
  • که ترازوی حق است و کیله‌اش  ** مخلص است از مکر دیو و حیله‌اش 
  • O, hasetlerin, çekişlerin makasıdır. İki düşmanın savaşını, dedikodusunu keser.
  • هست او مقراض احقاد و جدال  ** قاطع جن دو خصم و قیل و قال 
  • Afsunu ,şeytanı şişeye hapseder. Kanunu, fitneleri yatıştırır.
  • دیو در شیشه کند افسون او  ** فتنه‌ها ساکن کند قانون او 
  • Tamahkâr düşman teraziyi görünce serkeşliği bırakır, onun hükmüne uyar.
  • چون ترازو دید خصم پر طمع  ** سرکشی بگذارد و گردد تبع 
  • Fakat terazi olmazsa çok bile versen payına razı olmaz.
  • ور ترازو نیست گر افزون دهیش  ** از قسم راضی نگردد آگهیش 
  • Kadı rahmettir, savaşı defeder, kıyametteki adalet denizinden bir katradır o. 1495
  • هست قاضی رحمت و دفع ستیز  ** قطره‌ای از بحر عدل رستخیز 
  • Karta, küçük ve ayağı kısa bile olsa denizin letafeti, ondan belli olur.
  • قطره گرچه خرد و کوته‌پا بود  ** لطف آب بحر ازو پیدا بود 
  • Gözündeki tozu temizledin mi bir katra’dan Dicle’yi görebilirsin.
  • از غبار ار پاک داری کله را  ** تو ز یک قطره ببینی دجله را 
  • Cüzüler küllerin haline tanıktır. Gün battıktan sonra batıda beliren kızıllık, güneşin varlığını bildirir.
  • جزوها بر حال کلها شاهدست  ** تا شفق غماز خورشید آمدست 
  • Allah “Güneş battıktan sonra batıda beliren kızıllığa and olsun” dediği zaman Ahmed’in cismine yemin etmiştir.
  • آن قسم بر جسم احمد راند حق  ** آنچ فرمودست کلا والشفق 
  • Karınca, bir tanecik buğdayı görüp harmanı anlasaydı hiç o bir tane buğdayın üstüne titrer miydi? 1500
  • مور بر دانه چرا لرزان بدی  ** گر از آن یک دانه خرمن‌دان بدی 
  • Sen yine sözüne gel, sofi sabırsız. Yediği sillenin cezasını acele istemekte.
  • بر سر حرف آ که صوفی بی‌دلست  ** در مکافات جفا مستعجلست 
  • Ey zulümler eden, nasıl oluyor da gönlün hoş, yaptığını çekmeyeceksin mi sanıyorsun da gafil oluyorsun?
  • ای تو کرده ظلمها چون خوش‌دلی  ** از تقاضای مکافی غافلی 
  • Yoksa yaptıklarını unuttun mu ki gaflet, perdelerini indirdi?
  • یا فراموشت شدست از کرده‌هات  ** که فرو آویخت غفلت پرده‌هات 
  • Ardında düşmanların olmasaydı kâinat sana haset ederdi.
  • گر نه خصمیهاستی اندر قفات  ** جرم گردون رشک بردی بر صفات 
  • Fakat sende olan hukuk yüzünden hapistesin. Yaptığın isyanlar yüzünden azar azar özür dilemeye bak. 1505
  • لیک محبوسی برای آن حقوق  ** اندک اندک عذر می‌خواه از عقوق 
  • Bak da ceza veren seni birden tutmasın. Ey dost, suyunu durult.
  • تا به یکبارت نگیرد محتسب  ** آب خود روشن کن اکنون با محب 
  • Sofi kendisine sille vuran adamın yanına gidip dâvacı gibi eteğine yapıştı.
  • رفت صوفی سوی آن سیلی‌زنش  ** دست زد چون مدعی در دامنش 
  • Onu çeke çeke kadının yanına götürdü. Bu ters eşeği ya eşeğe bindir, halka göstererek ceza ver.
  • اندر آوردش بر قاضی کشان  ** کین خر ادبار را بر خر نشان 
  • Yahut da döverek cezalandır. Artık hangisini münasip görürsen onu yap.
  • یا به زخم دره او را ده جزا  ** آنچنان که رای تو بیند سزا 
  • Senin verdiğin cezadan ölse bile ölür gider, soran bile olmaz. 1510
  • کانک از زجر تو میرد در دمار  ** بر تو تاوان نیست آن باشد جبار 
  • Kadının şer’an vurduğu sopayla birisi ölürse kadı, onu ödemez. Çünkü şeriat’in emri oyuncak değildir.
  • در حد و تعزیر قاضی هر که مرد  ** نیست بر قاضی ضمان کو نیست خرد 
  • O, Allah vekilidir, Allah adaletinin gölgesidir. Her hak sahibiyle cezaya müstahak olanın aynasıdır o.
  • نایب حقست و سایه‌ی عدل حق  ** آینه‌ی هر مستحق و مستحق 
  • O, mazlumun hakkını hak etmek için ceza verir, kendi ırzı için kızgınlığından yahut da bir şey kazanmak için değil.
  • کو ادب از بهر مظلومی کند  ** نه برای عرض و خشم و دخل خود 
  • Onun cezası, Allah içindir, kıyamet günü içindir. Bu ceza da bir hata olsa bile ona diyet lâzım gelmez.
  • چون برای حق و روز آجله‌ست  ** گر خطایی شد دیت بر عاقله‌ست