English    Türkçe    فارسی   

6
1724-1748

  • Neden Zühre çalıp çığırmıyor dersin. Fakat onun kutluluğuna, oynayışına, çağırışına pek güvenme.
  • که چرا زهره‌ی طرب در رقص نیست  ** بر سعود و رقص سعد او مه‌ایست 
  • Yıldızın der ki: Lâtifeyi biraz daha fazlalaştırırsam seni tamamı ile aldatır, borçlu çıkarırım. 1725
  • اخترت گوید که گر افزون کنم  ** لاغ را پس کلیت مغبون کنم 
  • Bu yıldızların işvesine bakma da ey hor hakîr kişi, erkeklere olan aşkına bak!
  • تو مبین قلابی این اختران  ** عشق خود بر قلب‌زن بین ای مهان 
  • مثل 
  • Birisi yola düşmüş, dükkâna gidiyordu. Gördü ki kadınlar yolu kapamış.
  • آن یکی می‌شد به ره سوی دکان  ** پیش ره را بسته دید او از زنان 
  • Hızlı yürümeden ayağı yanmaktaydı. Yolsa ay gibi kadınlarla doluydu, yol açmaya âdeta imkân yoktu.
  • پای او می‌سوخت از تعجیل و راه  ** بسته از جوق زنان هم‌چو ماه 
  • Bir kadına yüz çevirdi de dedi ki: A bayağı mahlûklar, a kızcağızlar, ne de çoksunuz.
  • رو به یک زن کرد و گفت ای مستهان  ** هی چه بسیارید ای دخترچگان 
  • Kadın, ona yüzünü döndü, ey emniyet sahibi dedi, bizim bolluğumuzu kötü görme. 1730
  • رو بدو کرد آن زن و گفت ای امین  ** هیچ بسیاری ما منکر مبین 
  • Bu kadar çoğuz ama öyle olduğu halde size bu çokluk bile az gelmede.
  • بین که با بسیاری ما بر بساط  ** تنگ می‌آید شما را انبساط 
  • Kadın kıtlığından oğlancılığa düşüyorsunuz da yapan da dünyaya rezil rüsva oluyor, yaptıran da!
  • در لواطه می‌فتید از قحط زن  ** فاعل و مفعول رسوای زمن 
  • Zamanın hâdiselerine bakma. Feleğin acılıklarını, hazım olunmaz şeylerini görme.
  • تو مبین این واقعات روزگار  ** کز فلک می‌گردد اینجا ناگوار 
  • Rızkın, geçimin darlığına, şu kıtlığına, korkuya, titreyişe bakma.
  • تو مبین تحشیر روزی و معاش  ** تو مبین این قحط و خوف و ارتعاش 
  • Şuna bak sen: Bu kadar acılıklarıyla beraber yine de onun için ölüyor, ondan bir türlü kendinizi çekemiyorsunuz. 1735
  • بین که با این جمله تلخیهای او  ** مرده‌ی اویید و ناپروای او 
  • Acı imtihanı bir rahmet bil, Belh ve Merv ülkelerine sahip olmayı bir gazap say.
  • رحمتی دان امتحان تلخ را  ** نقمتی دان ملک مرو و بلخ را 
  • O İbrahim, telef olmaktan çekinmedi, ateşe atıldı, fakat yanmadı, bu İbrahim, şereften saltanattan kaçtı, kendisini ateşe attı.
  • آن براهیم از تلف نگریخت و ماند  ** این براهیم از شرف بگریخت و راند 
  • Şaşılacak şey. Ateş onu yakmadı, bunu yaktı. İstek yolunda böyle tersine nallar vardır işte!
  • آن نسوزد وین بسوزد ای عجب  ** نعل معکوس است در راه طلب 
  • Sofinin tekrar sual sorması
  • باز مکرر کردن صوفی سال را 
  • Sofi dedi ki: Yardımı dilenen Allah, kârımızı ziyansız etmeye kadirdir.
  • گفت صوفی قادرست آن مستعان  ** که کند سودای ما را بی زیان 
  • Ateşi gül ve ağaç haline getiren, bunu da zararsız bir hale getirebilir. 1740
  • آنک آتش را کند ورد و شجر  ** هم تواند کرد این را بی‌ضرر 
  • Dikenden gül çıkaran şu kışı da bahar edebilir.
  • آنک گل آرد برون از عین خار  ** هم تواند کرد این دی را بهار 
  • Her serviyi hür bir halde sere serpe yücelten, derdi de neşe haline getirir.
  • آنک زو هر سرو آزادی کند  ** قادرست ار غصه را شادی کند 
  • Onun lûtfuyla her şey, yokluktan var oldu. Var ettiğini ebedî kılarsa nesi eksilir ki?
  • آنک شد موجود از وی هر عدم  ** گر بدارد باقیش او را چه کم 
  • Bedene can verip dirilten, dirilttiğini öldürmezse ziyana mı girer?
  • آنک تن را جان دهد تا حی شود  ** گر نمیراند زیانش کی شود 
  • O cömert Allah, kulunun isteğini çalışmadan verse ne çıkar? 1745
  • خود چه باشد گر ببخشد آن جواد  ** بنده را مقصود جان بی‌اجتهاد 
  • Artık kullarından pusuda bekleyen nefis hilesiyle melûn şeytanın hilesini uzak tutsa ne olur ki?
  • دور دارد از ضعیفان در کمین  ** مکر نفس و فتنه‌ی دیو لعین 
  • Kadının sofiye cevap vermesi
  • جواب دادن قاضی صوفی را 
  • Kadı dedi ki: Acı emir olmasaydı, dünyada çirkin, güzel taş ve inci bulunmasaydı,
  • گفت قاضی گر نبودی امر مر  ** ور نبودی خوب و زشت و سنگ و در 
  • Nefis, şeytan heva ve hevese... Zahmet, meşakkat, savaş olmasaydı,
  • ور نبودی نفس و شیطان و هوا  ** ور نبودی زخم و چالیش و وغا