English    Türkçe    فارسی   

6
1762-1786

  • Kadın, gömleğinin yenini gösterdi. Pek kaba ve kirliydi.
  • آستین پیرهن بنمود زن  ** بس درشت و پر وسخ بد پیرهن 
  • Dedi ki: Kabalığından bedenimi yiyor. Kimse kimseye bu çeşit elbise verir mi?
  • گفت از سختی تنم را می‌خورد  ** کس کسی را کسوه زین سان آورد 
  • Kocası, a kadın dedi, sana bir sorum var: Yoksul adamım ben, elimden bu geliyor.
  • گفت ای زن یک سالت می‌کنم  ** مرد درویشم همین آمد فنم 
  • Doğru, bu çok kaba, çok çirkin, fakat ey düşünceli kadın, bir düşün. 1765
  • این درشتست و غلیظ و ناپسند  ** لیک بندیش ای زن اندیشه‌مند 
  • Bu mu daha kötü, yoksa boşanmak mı? Bu mu sana daha kötü geliyor ,yoksa ayrılık mı?
  • این درشت و زشت‌تر یا خود طلاق  ** این ترا مکروه‌تر یا خود فراق 
  • Ey kınayıp duran belâ, yoksulluk, eziyet ve mihnet de böyledir işte.
  • هم‌چنان ای خواجه‌ی تشنیع زن  ** از بلا و فقر و از رنج و محن 
  • Şüphe yok ki heva ve hevesi terk etmek acıdır ama Allahdan uzak olma acılığından elbette daha iyidir.
  • لا شک این ترک هوا تلخی‌دهست  ** لیک از تلخی بعد حق بهست 
  • Savaş ve oruç güçtür, çetindir. Fakat bu güçlük ve çetinlik, Allahnın, kulu kendinden uzaklaştırmasından, böyle bir derde uğratmasından yeğdir.
  • گر جهاد و صوم سختست و خشن  ** لیک این بهتر ز بعد ممتحن 
  • İhsan ve lûtuflar ıssı Allah, bir gün, ey benim hastam, ey benim mihnetime uğrayan kul, nasılsın? derse hiç zahmet ve eziyet kalır mı? 1770
  • رنج کی ماند دمی که ذوالمنن  ** گویدت چونی تو ای رنجور من 
  • Hattâ böyle demese bile, böyle dediğini duymasan, anlamasan bile senin o zevkin yok mu? Allah’nın senin hatırını sormasıdır işte.
  • ور نگوید کت نه آن فهم و فن است  ** لیک آن ذوق تو پرسش کردنست 
  • Gönül hekimleri olan güzeller, hastaların hatırını sormaya düşkündürler.
  • آن ملیحان که طبیبان دل‌اند  ** سوی رنجوران به پرسش مایل‌اند 
  • Utanır, söz olmasın derlerse bir çare bulurlar, yine haber gönderirler.
  • وز حذر از ننگ و از نامی کنند  ** چاره‌ای سازند و پیغامی کنند 
  • Haber bile göndermeseler bunu düşünürler ya. Hâsılı hiçbir sevgili yoktur ki âşıkından haberi olmasın?
  • ورنه در دلشان بود آن مفتکر  ** نیست معشوقی ز عاشق بی‌خبر 
  • Ey duyulmamış, eşsiz hikâyeler arayan, âşıkların hikâyesini oku. 1775
  • ای تو جویای نوادر داستان  ** هم فسانه‌ی عشق‌بازان را بخوان 
  • Bunca uzun zamanlardır kaynar durursun ama yine de tatar aşı gibi yarı pişman bir haldesin ey kadid olmuş adam!
  • بس بجوشیدی درین عهد مدید  ** ترک‌جوشی هم نگشتی ای قدید 
  • Bir ömürdür Allah adaletini görmüş, o tadı almışsın da yine görmeyenlerden daha namahremsin.
  • دیده‌ای عمری تو داد و داوری  ** وانگه از نادیدگان ناشی‌تری 
  • Talebelik eden üstat olur. Öyle olduğu halde sen günden güne geri gitmişsin a inatçı kör.
  • هر که شاگردیش کرد استاد شد  ** تو سپس‌تر رفته‌ای ای کور لد 
  • Anandan,i babandan haberin yok, geceyle gündüzden de ibret almamışsın.
  • خود نبود از والدینت اختبار  ** هم نبودت عبرت از لیل و نهار 
  • Örnek
  • مثل 
  • Bir ârif, papazın birine sordu: Sen mi daha yaşlısın sakalın mı? 1780
  • عارفی پرسید از آن پیر کشیش  ** که توی خواجه مسن‌تر یا که ریش 
  • Papaz dedi ki: Ben ondan önce doğdum. Sakalsız nice zamanlarım var.
  • گفت نه من پیش ازو زاییده‌ام  ** بی ز ریشی بس جهان را دیده‌ام 
  • Ârif dedi ki: Sakalın ağarmış, eski halini terk etmiş. Öyle olduğu halde yazıklar olsun, kötü huyun hâlâ dönmemiş!
  • گفت ریشت شد سپید از حال گشت  ** خوی زشت تو نگردیدست وشت 
  • O senden önce doğmuş seni geçmiş. Sense tirit sevdası ile böylece kala kalmışsın.
  • او پس از تو زاد و از تو بگذرید  ** تو چنین خشکی ز سودای ثرید 
  • Önce doğduğun renktesin hâlâ. Ondan bir adım bile ileri atmamışsın.
  • تو بر آن رنگی که اول زاده‌ای  ** یک قدم زان پیش‌تر ننهاده‌ای 
  • Hâlâ kaptaki ekşi ayransın. Hâlâ o yoğurdun yağını ayıramamışsın. 1785
  • هم‌چنان دوغی ترش در معدنی  ** خود نگردی زو مخلص روغنی 
  • Hâlâ balçık küpteki hamursun, bir ömürdür ateşli tandırdasın ama hâlâ pişmemişsin.
  • هم خمیری خمر طینه دری  ** گرچه عمری در تنور آذری