English    Türkçe    فارسی   

6
1936-1960

  • Yüce ulu Allah’nın eli, iki âlemden de önce aklı yaratmadı mı?
  • نی که اول دست برد آن مجید  ** از دو عالم پیشتر عقل آفرید 
  • Bu söz, hem apaçıktır, hem de pek gizli. Çünkü sinek, ankaya mahrem olamaz.
  • این سخن پیدا و پنهانست بس  ** که نباشد محرم عنقا مگس 
  • Oğul, yine hikâyeye dön de defineyle o yoksulun kıssasını tamamla.
  • باز سوی قصه باز آ ای پسر  ** قصه‌ی گنج و فقیر آور به سر 
  • Yoksul ve definenin bulunduğu yer
  • تمامی قصه‌ی آن فقیر و نشان جای آن گنج 
  • Kâğıtta şu yazılıydı: Bil ki şehrin dışında bir define var.
  • اندر آن رقعه نبشته بود این  ** که برون شهر گنجی دان دفین 
  • İçinde mezar olan filân kubbe var ya. Hani arkası şehre, kapısı Ferkat yıldızına karşı. 1940
  • آن فلان قبه که در وی مشهدست  ** پشت او در شهر و در در فدفدست 
  • O türbeyi ardına al, yüzünü kıbleye çevir. Sonra yayla bir ok at.
  • پشت با وی کن تو رو در قبله آر  ** وانگهان از قوس تیری بر گذار 
  • Kutlu kişi, yaydan oku attın mı okun düştüğü yeri kaz!
  • چون فکندی تیر از قوس ای سعاد  ** بر کن آن موضع که تیرت اوفتاد 
  • O yiğit kuvvetli bir yay aldı, oku boşluğa doğru attı.
  • پس کمان سخت آورد آن فتی  ** تیر پرانید در صحن فضا 
  • Derhal kazma kürek getirdi. Sevine,sevine okunun düştüğü yeri kazmaya koyuldu.
  • زو تبر آورد و بیل او شاد شاد  ** کند آن موضع که تیرش اوفتاد 
  • Hem kendi körleşti, hem kazması, küreği. Fakat gizli defineden hiçbir eser görünmedi. 1945
  • کند شد هم او و هم بیل و تبر  ** خود ندید از گنج پنهانی اثر 
  • Böylece her gün ok atıyor, düştüğü yeri kazıyor, fakat bir türlü definenin yerini bulamıyordu.
  • هم‌چنین هر روز تیر انداختی  ** لیک جای گنج را نشناختی 
  • Bunu âdet edindi. Daima orayı burayı kazıp durduğundan şehre bir dedikodudur yayıldı, iş halkın ağzına düştü.
  • چونک این را پیشه کرد او بر دوام  ** فجفجی در شهر افتاد و عوام 
  • Definenin halkın ağzına düşmesi ve padişah tarafından duyulması
  • فاش شدن خبر این گنج و رسیدن به گوش پادشاه 
  • Pusuda duran, fırsat gözleyen adamlar, bu işi padişaha haber verdiler.
  • پس خبر کردند سلطان را ازین  ** آن گروهی که بدند اندر کمین 
  • Filân, bir define bildiren kâğıt bulmuş diye söylediler.
  • عرضه کردند آن سخن را زیردست  ** که فلانی گنج‌نامه یافتست 
  • Adam, padişah tarafından duyulduğunu anlayınca teslim olmadan, kadere boyun eğmeden başka çare görmedi. 1950
  • چون شنید این شخص کین با شه رسید  ** جز که تسلیم و رضا چاره ندید 
  • Padişah kendisine işkence yapmadan, kâğıdı padişahın önüne koydu.
  • پیش از آنک اشکنجه بیند زان قباد  ** رقعه را آن شخص پیش او نهاد 
  • Dedi ki: Şu kâğıdı buldum ama defineyi bulamadım. Define yerine hadsiz, hesapsız zahmetlere girdim.
  • گفت تا این رقعه را یابیده‌ام  ** گنج نه و رنج بی‌حد دیده‌ام 
  • Defineden bir habbe bile meydana çıkmadı. Fakat ben yılan gibi bir hayli kıvrandım durdum.
  • خود نشد یک حبه از گنج آشکار  ** لیک پیچیدم بسی من هم‌چو مار 
  • Bir aydır ağzımın tadı yok. Bunun ziyanı da haram oldu bana, kârı da.
  • مدت ماهی چنینم تلخ‌کام  ** که زیان و سود این بر من حرام 
  • Belki bahtın şu perdeyi açar ey savaşı kutlu olan kaleler fethetmiş padişahım! 1955
  • بوک بختت بر کند زین کان غطا  ** ای شه پیروزجنگ و دزگشا 
  • Padişah da altı ay, belki de daha fazla ok attı,okun düştüğü yeri kazdırdı.
  • مدت شش ماه و افزون پادشاه  ** تیر می‌انداخت و برمی‌کند چاه 
  • Nerede katı bir yay varsa buldurdu,o attı, her yanda define aradı durdu.
  • هرکجا سخته کمانی بود چست  ** تیر داد انداخت و هر سو گنج جست 
  • Fakat eziyetten, dertten, sıkıntıdan başka bir şey elde edemedi. Define âdeta ankaya benziyordu, ismi var, cismi yok!
  • غیر تشویش و غم و طامات نی  ** هم‌چو عنقا نام فاش و ذات نی 
  • Padişahın, defineyi bulmaktan ümidini kesip aramaktan usanması
  • نومید شدن آن پادشاه از یافتن آن گنج و ملول شدن او از طلب آن 
  • İşin eni, boyu uzayıp duruyordu. Padişah, nihayet o defineden usandı.
  • چونک تعویق آمد اندر عرض و طول  ** شاه شد زان گنج دل سیر و ملول 
  • Her tarafı yer yer eştirmiş,kuyu haline getirmişti. Günün birinde kâğıdı, herifin önüne atıp 1960
  • دشتها را گز گز آن شه چاه کند  ** رقعه را از خشم پیش او فکند