English    Türkçe    فارسی   

6
2373-2397

  • Anlayışı hırs ve tamah tuzağı bil. Temiz kişinin şeytan gibi akıllı olmakla ne işi var?
  • زیرکی دان دام برد و طمع و گاز  ** تا چه خواهد زیرکی را پاک‌باز 
  • Aklı, fikri ileri olanlar, bir sanatla kanaat ederler. Fakat o kadar ileri anlayışlı olmayanlar sanatı görür, sanatkârı bulurlar.
  • زیرکان با صنعتی قانع شده  ** ابلهان از صنع در صانع شده 
  • Ana, küçücük yavrusunu gündüzün kucağına alır, ona el ayak olur, onu her şeyden korur. 2375
  • زانک طفل خرد را مادر نهار  ** دست و پا باشد نهاده بر کنار 
  • Biri Müslüman , öbürü Hıristiyan, üçüncüsü de Yahudi olan üç yolcu, bir konak yerinde yiyecek buldular. Hıristiyanla Yahudi tokdu, bunu yarın yiyelim dediler Müslüman, o gün oruçluydu, fakat onlarla başa çıkamadığından aç kaldı
  • حکایت آن سه مسافر مسلمان و ترسا و جهود و آن کی به منزل قوتی یافتند و ترسا و جهود سیر بودند گفتند این قوت را فردا خوریم مسلمان صایم بود گرسنه ماند از آنک مغلوب بود 
  • Oğul, burada bir hikâye dinle de hünerine kapılıp belâlara uğrama.
  • یک حکایت بشنو اینجا ای پسر  ** تا نگردی ممتحن اندر هنر 
  • Bir Yahudi, bir Müslüman, bir de Hıristiyan yolda arkadaş oldular.
  • آن جهود و مومن و ترسا مگر  ** همرهی کردند با هم در سفر 
  • Bir mümin, iki sapıkla yoldaş oldu. Aklın, şeytan ve nefisle arkadaş olması gibi.
  • با دو گمره همره آمد مومنی  ** چون خرد با نفس و با آهرمنی 
  • Yol hali bu, bir de bakarsın, bir Maraga’lı ile bir Rey’li arkadaş olur. Beraber yerler, beraber içerler.
  • مرغزی و رازی افتند از سفر  ** همره و هم‌سفره پیش هم‌دگر 
  • Baykuş, karga ve doğan, bir kafese düşebilir. Hapiste bir temiz kişiyle bir beynamaz arkadaş olabilir. 2380
  • در قفص افتند زاغ و جغد و باز  ** جفت شد در حبس پاک و بی‌نماز 
  • Bir konaktaki kervan sarayda doğu ve batı halkıyla Maveraünnehir’li bir araya gelir.
  • کرده منزل شب به یک کاروانسرا  ** اهل شرق و اهل غرب و ما ورا 
  • Aşağılık ve yüce kişiler, kış ve kar yüzünden bir kervansarayda günlerce kalırlar.
  • مانده در کاروانسرا خرد و شگرف  ** روزها با هم ز سرما و ز برف 
  • Fakat yol açıldı, mâni kalmadı mı hepsi ayrılır, her biri, bir yana gider.
  • چون گشاده شد ره و بگشاد بند  ** بسکلند و هر یکی جایی روند 
  • Akıl padişahı, kafesi kırdı mı kuşların her biri, bir tarafa uçar.
  • چون قفس را بشکند شاه خرد  ** جمع مرغان هر یکی سویی پرد 
  • Bundan önce neşelenerek, sevinerek kendi cinsinin havası ile geldiği yere uçar giderdi ya. 2385
  • پر گشاید پیش ازین بر شوق و یاد  ** در هوای جنس خود سوی معاد 
  • Kafeste ve zindan da iken de her an ağlayıp inleyerek kanat açar ama uçmaya yol ve imkân yoktur.
  • پر گشاید هر دمی با اشک و آه  ** لیک پریدن ندارد روی و راه 
  • Fakat yol oldu mu her biri, anarak kanat açtığı yere uçar, yel gibi uçup gider.
  • راه شد هر یک پرد مانند باد  ** سوی آن کز یاد آن پر می‌گشاد 
  • Ağlayıp ah ettiği tarafa fırsat buldu mu koşar, uçup kavuşur.
  • آن طرف که بود اشک و آه او  ** چونک فرصت یافت باشد راه او 
  • Bedenine bak. Bu cüzüler, nereden toplanıp bedenine geldi.
  • در تن خود بنگر این اجزای تن  ** از کجاها گرد آمد در بدن 
  • Kimisi suya, kimisi toprağa, kimisi yele, kimisi ateşe mensup. Kimi arştan gelmiş, kimi ferşten. Kimisi güzel, kimisi çirkin. 2390
  • آبی و خاکی و بادی و آتشی  ** عرشی و فرشی و رومی و گشی 
  • Her biri kar korkusundan bu kervansaraya sinmiş, geldikleri yere tekrar dönmeyi umuyor.
  • از امید عود هر یک بسته طرف  ** اندرین کاروانسرا از بیم برف 
  • Çeşit çeşit kar var, her taraf donmuş, hiçbir yerde hayat kalmamış. O adalet güneşinden uzak kalmışlar, o uzaklık kışından buz kesilmişler.
  • برف گوناگون جمود هر جماد  ** در شتای بعد آن خورشید داد 
  • Fakat o kızgın güneşin harareti bir geldi mi dağ bile kum ve yün kesilir.
  • چون بتابد تف آن خورشید جشم  ** کوه گردد گاه ریگ و گاه پشم 
  • Can verirken beden nasıl erirse kendilerinde candan eser olmayan cansızlar bile öyle erir.
  • در گداز آید جمادات گران  ** چون گداز تن به وقت نقل جان 
  • Bu üç yoldaş bir konağa vardılar. Orada bir devletli, kendilerine helva hediye etti. 2395
  • چون رسیدند این سه همره منزلی  ** هدیه‌شان آورد حلوا مقبلی 
  • Bir ihsan sahibi, “Ben yakınım”, sofrasından her üç garibe de helva götürdü.
  • برد حلوا پیش آن هر سه غریب  ** محسنی از مطبخ انی قریب 
  • Tanrı’dan sevap ümidi ile sıcak somun ve bal helvası hediye etti.
  • نان گرم و صحن حلوای عسل  ** برد آنک در ثوابش بود امل