English    Türkçe    فارسی   

6
2612-2636

  • İşleri meşveretle yapmak, şunun içindir: Meşveretten hata ve eğrilik, az meydana gelir.
  • امرهم شوری برای این بود  ** کز تشاور سهو و کژ کمتر رود 
  • Bu akıllar, aydın kandillere benzer. Elbette yirmi kandil bir kandilden daha ziyade aydınlık verir.
  • این خردها چون مصابیح انورست  ** بیست مصباح از یک روشن‌ترست 
  • Belki aralarına gökyüzünün nurundan yanmış bir kandil düşüverir.
  • بوک مصباحی فتد اندر میان  ** مشتعل گشته ز نور آسمان 
  • Tanrı gayreti, ortaya bir perde salmıştır. Aşağılık ve yücelik âlemine mensup olanları birbirine karıştırmış, karmıştır. 2615
  • غیرت حق پرده‌ای انگیختست  ** سفلی و علوی به هم آمیختست 
  • “Yürüyün âlemi gezin” demiştir. Sen de gez, dolaş da bahtını, rızkını sınaya dur.
  • گفت سیروا می‌طلب اندر جهان  ** بخت و روزی را همی‌کن امتحان 
  • Meclislerde, peygamber de bulunan akıl gibi bir akıl ara.
  • در مجالس می‌طلب اندر عقول  ** آن چنان عقلی که بود اندر رسول 
  • Çünkü peygamberden, miras kalan ancak odur. Bu akıl, gaypları önden de görür, arttan da.
  • زانک میراث از رسول آنست و بس  ** که ببیند غیبها از پیش و پس 
  • Bu kısa kesilen kitapta anlatılmasına imkan bulunmayan gözü de gözler arasında ara.
  • در بصرها می‌طلب هم آن بصر  ** که نتابد شرح آن این مختصر 
  • İşte o azametli peygamber, rahipliği, dağlara çekilip yalnızca ibadet etmeyi bunun için menetmiştir. 2620
  • بهر این کردست منع آن با شکوه  ** از ترهب وز شدن خلوت به کوه 
  • İnsanlar birbirleri ile buluşsunlar diye bunu kaldırmıştır. Çünkü böyle bir göze sahip adamın bakışı bahttır, ebedilik iksiridir.
  • تا نگردد فوت این نوع التقا  ** کان نظر بختست و اکسیر بقا 
  • Temiz kişiler arasında tertemiz biri vardır ki padişah, onun fermanının üstüne “Şah” çekmiştir.
  • در میان صالحان یک اصلحیست  ** بر سر توقیعش از سلطان صحیست 
  • Onun duası, icabet edilir. İnsanların, cinlerin en ulularının içinde bile ona eşit yoktur.
  • کان دعا شد با اجابت مقترن  ** کفو او نبود کبار انس و جن 
  • Onunla inada girişen, ister tatlı olsun, ister ekşi; Tanrı’ya karşı hiçbir delili yoktur.
  • در مری‌اش آنک حلو و حامض است  ** حجت ایشان بر حق داحض است 
  • Çünkü biz onu yücelttik... Özrü, delili ortadan kaldırdık. 2625
  • که چو ما او را به خود افراشتیم  ** عذر و حجت از میان بر داشتیم 
  • Tanrı, kıbleyi ortaya apaçık bir surette çıkardı mı bil ki artık kıble aramak abestir.
  • قبله را چون کرد دست حق عیان  ** پس تحری بعد ازین مردود دان 
  • Kendine gel, araştırmadan yüz çevir, başını döndürüp durma artık. Döneceğin yer ve konaklayacağın mekân, meydanda işte.
  • هین بگردان از تحری رو و سر  ** که پدید آمد معاد و مستقر 
  • Bu kıbleden bir an gafil oldun mu her batıl kıblenin maskarası oldun gitti.
  • یک زمان زین قبله گر ذاهل شوی  ** سخره‌ی هر قبله‌ی باطل شوی 
  • Sana temyiz verene hamd etmezsen kıbleyi tanıma kabiliyetini kaybedersin.
  • چون شوی تمییزده را ناسپاس  ** بجهد از تو خطرت قبله‌شناس 
  • Bu ambardan bir şey elde etmek, bir ihsana uğramak niyetindeysen seninle hemdert olanlardan bir an bile ayrılma. 2630
  • گر ازین انبار خواهی بر و بر  ** نیم‌ساعت هم ز همدردان مبر 
  • Çünkü bu yardımcıdan ayrıldığın an kötü bir arkadaşın derdine uğrarsın.
  • که در آن دم که ببری زین معین  ** مبتلی گردی تو با بس القرین 
  • Farenin kurbağayla arkadaş olması, ayaklarını uzun bir iple bağlamaları, karganın fareyi yakalaması kurbağanın da ona bağlı olarak havalanması, feryat ve figana başlaması, kendi cinsinden olmayan bir hayvanla dost olduğuna pişman olması
  • حکایت تعلق موش با چغز و بستن پای هر دو به رشته‌ای دراز و بر کشیدن زاغ موش را و معلق شدن چغز و نالیدن و پشیمانی او از تعلق با غیر جنس و با جنس خود ناساختن 
  • Tesadüf bu ya, bir fare, vefalı bir kurbağa ile su başında tanıştılar.
  • از قضا موشی و چغزی با وفا  ** بر لب جو گشته بودند آشنا 
  • Her ikisi de bir buluşma zamanı tayin ettiler. Her sabah bir bucaktan çıkıyorlar,
  • هر دو تن مربوط میقاتی شدند  ** هر صباحی گوشه‌ای می‌آمدند 
  • Birbirleri ile gönül tavlası, oynuyorlar, gönüllerini vesveseden arıtıyorlardı.
  • نرد دل با هم‌دگر می‌باختند  ** از وساوس سینه می‌پرداختند 
  • Bu buluşmadan ikisinin de gönlü ferahlıyor, birbirlerine hikâyeler anlatıyorlar, birini söylediğini öbürü dinliyordu. 2635
  • هر دو را دل از تلاقی متسع  ** هم‌دگر را قصه‌خوان و مستمع 
  • Gâh baş diliyle, gâh hal diliyle sırlarını ortaya koyuyorlar. “Topluluk rahmettir” sözünü tevil diyorlardı.
  • رازگویان با زبان و بی‌زبان  ** الجماعه رحمه را تاویل دان