English    Türkçe    فارسی   

6
2629-2653

  • Sana temyiz verene hamd etmezsen kıbleyi tanıma kabiliyetini kaybedersin.
  • چون شوی تمییزده را ناسپاس  ** بجهد از تو خطرت قبله‌شناس 
  • Bu ambardan bir şey elde etmek, bir ihsana uğramak niyetindeysen seninle hemdert olanlardan bir an bile ayrılma. 2630
  • گر ازین انبار خواهی بر و بر  ** نیم‌ساعت هم ز همدردان مبر 
  • Çünkü bu yardımcıdan ayrıldığın an kötü bir arkadaşın derdine uğrarsın.
  • که در آن دم که ببری زین معین  ** مبتلی گردی تو با بس القرین 
  • Farenin kurbağayla arkadaş olması, ayaklarını uzun bir iple bağlamaları, karganın fareyi yakalaması kurbağanın da ona bağlı olarak havalanması, feryat ve figana başlaması, kendi cinsinden olmayan bir hayvanla dost olduğuna pişman olması
  • حکایت تعلق موش با چغز و بستن پای هر دو به رشته‌ای دراز و بر کشیدن زاغ موش را و معلق شدن چغز و نالیدن و پشیمانی او از تعلق با غیر جنس و با جنس خود ناساختن 
  • Tesadüf bu ya, bir fare, vefalı bir kurbağa ile su başında tanıştılar.
  • از قضا موشی و چغزی با وفا  ** بر لب جو گشته بودند آشنا 
  • Her ikisi de bir buluşma zamanı tayin ettiler. Her sabah bir bucaktan çıkıyorlar,
  • هر دو تن مربوط میقاتی شدند  ** هر صباحی گوشه‌ای می‌آمدند 
  • Birbirleri ile gönül tavlası, oynuyorlar, gönüllerini vesveseden arıtıyorlardı.
  • نرد دل با هم‌دگر می‌باختند  ** از وساوس سینه می‌پرداختند 
  • Bu buluşmadan ikisinin de gönlü ferahlıyor, birbirlerine hikâyeler anlatıyorlar, birini söylediğini öbürü dinliyordu. 2635
  • هر دو را دل از تلاقی متسع  ** هم‌دگر را قصه‌خوان و مستمع 
  • Gâh baş diliyle, gâh hal diliyle sırlarını ortaya koyuyorlar. “Topluluk rahmettir” sözünü tevil diyorlardı.
  • رازگویان با زبان و بی‌زبان  ** الجماعه رحمه را تاویل دان 
  • O kötü mahlûk, kurbağa ile eş oldu mu neşeleniyor, beş yıllık vakaları hatırlıyordu.
  • آن اشر چون جفت آن شاد آمدی  ** پنج ساله قصه‌اش یاد آمدی 
  • Sözün coşması, ulanıp gitmesi, dostluk nişanesidir. Söz söyleyememekte ülfetsizliktendir.
  • جوش نطق از دل نشان دوستیست  ** بستگی نطق از بی‌الفتیست 
  • Gönül, dilberi gördü mü nasıl olur da suratı ekşi bir halde kalır? Bülbül, gül görür de nasıl susar?
  • دل که دلبر دید کی ماند ترش  ** بلبلی گل دید کی ماند خمش 
  • Kızarmış balık bile, Hızır’ın himmetiyle dirildi, denize sıçradı, orada karar kıldı. 2640
  • ماهی بریان ز آسیب خضر  ** زنده شد در بحر گشت او مستقر 
  • Sevgili, sevgilisiyle beraber oturdu mu yüz binlerce sır levhini bilir.
  • یار را با یار چون بنشسته شد  ** صد هزاران لوح سر دانسته شد 
  • Sevgilinin alnı Levhi mahfuzdur. Dost, onun alnından iki âlemin sırrını da apaçık görür.
  • لوح محفوظ است پیشانی یار  ** راز کونینش نماید آشکار 
  • Dost kudümiyle âdeta yol kılavuzudur. Mustafa, bunun için, “Sahabem yıldıza benzer” demiştir.
  • هادی راهست یار اندر قدوم  ** مصطفی زین گفت اصحابی نجوم 
  • Yıldız çölde de kılavuzdur, denizde de. Yıldıza göz dik, o kılavuzdur, yol gösterir.
  • نجم اندر ریگ و دریا رهنماست  ** چشم اندر نجم نه کو مقتداست 
  • Gözünü onun yüzüne eş et. Onunla bahse girişmeye kalkma, bu çeşit hareketlerle toz koparma. 2645
  • چشم را با روی او می‌دار جفت  ** گرد منگیزان ز راه بحث و گفت 
  • Çünkü o tozla yıldız, görünmez olur. Halbuki göz, sürçen dilden elbette daha iyidir.
  • زانک گردد نجم پنهان زان غبار  ** چشم بهتر از زبان با عثار 
  • Yalnız Tanrı’dan vahiy alan kişi söylerse o başka. Çünkü o toz koparmaz, tozu yatıştırır.
  • تا بگوید او که وحیستش شعار  ** کان نشاند گرد و ننگیزد غبار 
  • Âdem, vahiy ve sevgiye mazhar olunca sözü “Allemel esmâ” sırrını açtı.
  • چون شد آدم مظهر وحی و وداد  ** ناطقه‌ی او علم الاسما گشاد 
  • Her şeyin adı nasılsa öylece gönül sahifesinden diline aktı, her şeyi bildirdi.
  • نام هر چیزی چنانک هست آن  ** از صحیفه‌ی دل روی گشتش زبان 
  • Her şeyi gönül gözü görmüştü, onun için hepsinin hassasını ve mahiyetini apaçık söylüyordu. 2650
  • فاش می‌گفتی زبان از ریتش  ** جمله را خاصیت و ماهیتش 
  • Her şeye lâyık olan adı söyledi, puşta aslan demedi.
  • آنچنان نامی که اشیا را سزد  ** نه چنانک حیز را خواند اسد 
  • Nuh da tam dokuz yüz yıl doğru yolda vaaz etti. Her gün yeni bir öğüt verdi.
  • نوح نهصد سال در راه سوی  ** بود هر روزیش تذکیر نوی 
  • Lâal dudakları, kalplerin yakutuydu. Ne risale okumuştu, ne de “Kuutül kulûb!”
  • لعل او گویا ز یاقوت القلوب  ** نه رساله خوانده نه قوت القلوب