English    Türkçe    فارسی   

6
2844-2868

  • Kement atan, kemendini attı, yüksek bir duvara ulaştılar.
  • پس کمند انداخت استاد کمند  ** تا شدند آن سوی دیوار بلند 
  • Koku alan bir başka yeri kokladı, dedi ki: O eşsiz padişahın hazinesi burada. 2845
  • جای دیگر خاک را چون بوی کرد  ** گفت خاک مخزن شاهیست فرد 
  • Delik delen, duvarı deldi, hazineye girdiler. Her biri bir şeyler aldı.
  • نقب‌زن زد نقب در مخزن رسید  ** هر یکی از مخزن اسبابی کشید 
  • Bir hayli altın sırmalarla bezenmiş kumaş, ağır mücevherler alıp hemen gizlediler.
  • بس زر و زربفت و گوهرهای زفت  ** قوم بردند و نهان کردند تفت 
  • Padişah konakladıkları yeri, şekillerini, adlarını, yollarını iyice öğrendi.
  • شه معین دید منزل‌گاهشان  ** حلیه و نام و پناه و راهشان 
  • Onlardan gizlenip geri döndü. Sabahleyin divanda bu macerayı anlattı.
  • خویش را دزدید ازیشان بازگشت  ** روز در دیوان بگفت آن سرگذشت 
  • Hemen yiğit çavuşlar yolladılar. Hırsızları tutup bağladılar. 2850
  • پس روان گشتند سرهنگان مست  ** تا که دزدان را گرفتند و ببست 
  • Hepsini eli bağlı olarak divana getirdiler. Can korkusu ile tir tir titriyorlardı.
  • دست‌بسته سوی دیوان آمدند  ** وز نهیب جان خود لرزان شدند 
  • Padişahın huzurunda durdular. O ay gibi parlayan padişah, geceleyin kendileri ile arkadaşlık eden adamdı.
  • چونک استادند پیش تخت شاه  ** یار شبشان بود آن شاه چو ماه 
  • Geceleyin kimi görse gündüz şüphesiz bir surette tanıyan,
  • آنک چشمش شب بهرکه انداختی  ** روز دیدی بی شکش بشناختی 
  • Padişahı tahtında görünce bu adam dedi, geceleyin bizimle arkadaşlık eden adamdır.
  • شاه را بر تخت دید و گفت این  ** بود با ما دوش شب‌گرد و قرین 
  • Sakalında o kadar hüner, marifet vardı ya hani; bu tutulmamızda yine ondan oldu. 2855
  • آنک چندین خاصیت در ریش اوست  ** این گرفت ما هم از تفتیش اوست 
  • Gözü, padişahı tanımış olduğundan bu tanışıklıkla ağzını açtı, tesirli bir suretle söze başladı;
  • عارف شه بود چشمش لاجرم  ** بر گشاد از معرفت لب با حشم 
  • Dedi ki: “Nerede olursanız olun, o sizinledir” dedikleri bu padişah işte. Bizim yaptığımızı görüyor, sırrımızı duyuyordu.
  • گفت و هو معکم این شاه بود  ** فعل ما می‌دید و سرمان می‌شنود 
  • Gözüm, geceleyin padişahı tanıdı; Bütün gece onun ay gibi yüzü ile aşk oyununa girişti.
  • چشم من ره برد شب شه را شناخت  ** جمله شب با روی ماهش عشق باخت 
  • Ben, ondan ümmetimi dileyecek, şefaatte bulunacağım. O, hiçbir âriften yüz çevirmez.
  • امت خود را بخواهم من ازو  ** کو نگرداند ز عارف هیچ رو 
  • Bil ki ârifin gözü, iki âlemde de insana aman verir. Herkes, onunla yardıma nail olur. 2860
  • چشم عارف دان امان هر دو کون  ** که بدو یابید هر بهرام عون 
  • “Gözü Tanrı’dan başka bir şeye kaymadı” da onun için Muhammed, her derdin şefaatçisi oldu.
  • زان محمد شافع هر داغ بود  ** که ز جز شه چشم او مازاغ بود 
  • Dünya gecesinde güneş, perde ardındayken o Tanrı’yı görüyordu, ümidi ondandı.
  • در شب دنیا که محجوبست شید  ** ناظر حق بود و زو بودش امید 
  • İki gözü de “Biz senin göğsünü açmadık mı, ferahlatmadık mı seni?” sürmesiyle sürmelemişti. Cebrail’in bile görmeye tahammül edemediğini o, gördü.
  • از الم نشرح دو چشمش سرمه یافت  ** دید آنچ جبرئیل آن بر نتافت 
  • Tanrı bir yetime sürme çekti mi onu, doğru yola girmiş eşsiz, iri bir inci haline getirir.
  • مر یتیمی را که سرمه حق کشد  ** گردد او در یتیم با رشد 
  • Nuru incilerden üstün olur. Öyle bir istenen, arzulanan, Tanrıyı ister, arzular. 2865
  • نور او بر ذره‌ها غالب شود  ** آن‌چنان مطلوب را طالب شود 
  • Kulların duraklarını gördü; hasılı o yüzden Tanrı, onun adını “Gören tanık” taktı.
  • در نظر بودش مقامات العباد  ** لاجرم نامش خدا شاهد نهاد 
  • Şahidin aleti keskin gözle keskin kulaktır. Geceleri bile uyanıktır; sırlar ondan gizlenemez.
  • آلت شاهد زبان و چشم تیز  ** که ز شب‌خیزش ندارد سر گریز 
  • Binlerce dâvacı, davaya kalkışsa kadı, kulağını şahide verir.
  • گر هزاران مدعی سر بر زند  ** گوش قاضی جانب شاهد کند