English    Türkçe    فارسی   

6
3001-3025

  • Yemek peşinde koşan hain olan, karanlığa tapan, peynir, fıstık ve pekmezle sarhoş olur.
  • طعمه‌جوی و خاین و ظلمت‌پرست  ** از پنیر و فستق و دوشاب مست 
  • Eşsiz doğan kuşunda bile fare huyu olursa farelere ar olur, hayvanlar ondan utanırlar.
  • باز اشهب را چو باشد خوی موش  ** ننگ موشان باشد و عار وحوش 
  • Oğul Harut’la Marut’a Tanrı insan huyunu verdi, melek huyları değişti.
  • خوی آن هاروت و ماروت ای پسر  ** چون بگشت و دادشان خوی بشر 
  • “Biz Tanrıya ibadet için saflar kurmuşuz” makamından aşağıya düştüler, Bâbil kuyusuna baş aşağı asıldılar.
  • در فتادند از لنحن الصافون  ** در چه بابل ببسته سرنگون 
  • Levhi mahfuz, gözlerinden uzaklaştı, levhleri büyü yapan ve büyülenen kişilerin bedenleri oldu. 3005
  • لوح محفوظ از نظرشان دور شد  ** لوح ایشان ساحر و مسحور شد 
  • Kanatları aynı, başları aynı, bedenleri aynı fakat birisi arz üstünde Musa, öbürü aşağılık yerlerde hor hakir Firavun.
  • پر همان و سر همان هیکل همان  ** موسیی بر عرش و فرعونی مهان 
  • Huy peşinde yürü, iyi huyluyla düş kalk. Gül bağına bak, nasıl gülün huyunu almış.
  • در پی خو باش و با خوش‌خو نشین  ** خوپذیری روغن گل را ببین 
  • Mezar toprağı bile insanla şereflenir; gönül ona elini kor, yüzünü sürer.
  • خاک گور از مرد هم یابد شرف  ** تا نهد بر گور او دل روی و کف 
  • Toprak bile temiz bir bedenle komşu olduğundan şereflenir, devlet bulursa,
  • خاک از همسایگی جسم پاک  ** چون مشرف آمد و اقبال‌ناک 
  • Artık sen “Önce komşu gerek sonra ev” de. Gönlün varsa yürü, bir gönül sahibi dost ara. 3010
  • پس تو هم الجار ثم الدار گو  ** گر دلی داری برو دلدار جو 
  • Onun toprağı bile can huyunu almış, aziz kişilerin gözlerine sürme olmuştur.
  • خاک او هم‌سیرت جان می‌شود  ** سرمه‌ی چشم عزیزان می‌شود 
  • Nice toprak gibi mezarlarda yatanlar var ki faydaları, feyizleri bakımından yüzlerce diriden yeğ.
  • ای بسا در گور خفته خاک‌وار  ** به ز صد احیا به نفع و انتشار 
  • Gölgesini gizlemiş ama toprağı, gölge vermekte. Yüz binlerce diri, onun gölgesinde gölgelenmekte.
  • سایه برده او و خاکش سایه‌مند  ** صد هزاران زنده در سایه‌ی ویند 
  • Bir adamın Tebriz muhtesibinden aylığı vardı. O aylığa güvenerek borç etmişti. Muhtesibin ölümünden haberi yoktu. Hâsılı onun borcunu kimse vermedi, yine o ölmüş olan muhtesip verdi. Nitekim demişlerdir: Ölüp rahatlaşan ölü değildir, Ölü, yaşadığı halde ölen kişidir
  • داستان آن مرد کی وظیفه داشت از محتسب تبریز و وامها کرده بود بر امید آن وظیفه و او را خبر نه از وفات او حاصل از هیچ زنده‌ای وام او گزارده نشد الا از محتسب متوفی گزارده شد چنانک گفته‌اند لیس من مات فاستراح بمیت انما المیت میت الاحیاء 
  • Bir yoksul borçlanmış, civar memleketlerden kalkıp Tebriz’e gelmişti.
  • آن یکی درویش ز اطراف دیار  ** جانب تبریز آمد وامدار 
  • Dokuz bin altın borcu vardı. O vakit de Tebriz’de Bedrettin Ömer, muhtesipti. 3015
  • نه هزارش وام بد از زر مگر  ** بود در تبریز بدرالدین عمر 
  • Bu öyle bir erdi ki gönlü âdeta bir denizdi. Her kılı bir Hatem kesilmişti.
  • محتسب بد او به دل بحر آمده  ** هر سر مویش یکی حاتم‌کده 
  • Hatem, dünyada olsa ona yoksul olur, önüne baş kor, ayağına toprak olmayı canına minnet bilirdi.
  • حاتم ار بودی گدای او شدی  ** سر نهادی خاک پای او شدی 
  • Birisine bir deniz dolusu iyi su verse o vergisinden utanırdı.
  • گر بدادی تشنه را بحری زلال  ** در کرم شرمنده بودی زان نوال 
  • Bir zerreyi doğu güneşi haline getirse bu ihsanı bile kendisine lâyık görmezdi.
  • ور بکردی ذره‌ای را مشرقی  ** بودی آن در همتش نالایقی 
  • O garip, muhtesipten bir kerem umarak gelmişti. Çünkü o, gariplere bir dost, bir hısım olmuştu âdeta. 3020
  • بر امید او بیامد آن غریب  ** کو غریبان را بدی خویش و نسیب 
  • O garip kişi de âdeta onun kapısına kapılanmış, ihsanını umarak tekrar borç vermeye başlamıştı.
  • با درش بود آن غریب آموخته  ** وام بی‌حد از عطایش توخته 
  • O kerem sahibine güvenerek, onun vergilerini umarak borçlanmaktaydı.
  • هم به پشت آن کریم او وام کرد  ** که ببخششهاش واثق بود مرد 
  • O ümitle bir hayli borca girmede, o huyu kerem ve ihsandan ibaret olan zatın lûtuf denizine dayanarak şundan bundan borç almaktaydı.
  • لا ابالی گشته زو و وام‌جو  ** بر امید قلزم اکرام‌خو 
  • Borç verenlerin suratları asılıyor, o ise o ululuklar, keremler bahçesinin lûtfuna güvenerek gül gibi gülüyordu.
  • وام‌داران روترش او شادکام  ** هم‌چو گل خندان از آن روض الکرام 
  • Birisinin sırtı, Arab’ın güneşinden kızışırsa artık ona Ebuleheb’in kızgınlığından ne gam? 3025
  • گرم شد پشتش ز خورشید عرب  ** چه غمستش از سبال بولهب