English    Türkçe    فارسی   

6
3284-3308

  • Merhametle arkasını, başını okşamaya anası gibi onu sevmeye koyuldu.
  • کف همی‌مالید بر پشت و سرش  ** می‌نواخت از مهر هم‌چون مادرش 
  • Bir parçacık bile öfkelenmedi, kızmadı. Yalnız sevdi, acıdı, gözünden yaşlar döküldü. 3285
  • نیم ذره طیرگی و خشم نی  ** غیر مهر و رحم و آب چشم نی 
  • Dedi ki: Tutalım bana acımadın kendi kendine neden zulmettin?
  • گفت گیرم بر منت رحمی نبود  ** طبع تو بر خود چرا استم نمود 
  • Tanrı, o anda meleklere dedi ki. Peygamberliğe Musa yaraşır.
  • با ملایک گفت یزدان آن زمان  ** که نبوت را نمی‌زیبد فلان 
  • Mustafa buyurmuştur ki: Her peygamber, gençliğinde yahut çocukluğunda mutlaka çobanlık etmiştir.
  • مصطفی فرمود خود که هر نبی  ** کرد چوپانیش برنا یا صبی 
  • Çobanlık etmeden o sınavı geçirmeden Tanrı, ona âlem başbuğluğunu vermez.
  • بی‌شبانی کردن و آن امتحان  ** حق ندادش پیشوایی جهان 
  • Birisi sen de ettin mi? Diye sordu. Dedi ki: Ben de bir müddet çobanlık ettim. 3290
  • گفت سایل هم تو نیز ای پهلوان  ** گفت من هم بوده‌ام دهری شبان 
  • Vekarları, sabırları meydana çıksın diye Tanrı onları peygamber yapmadan çoban yapmıştır.
  • تا شود پیدا وقار و صبرشان  ** کردشان پیش از نبوت حق شبان 
  • Her buyruk sahibinin de insanlara çobanlık ederken Tanrı buyruğunu gözetmesi gerektir.
  • هر امیری کو شبانی بشر  ** آن‌چنان آرد که باشد متمر 
  • Kendisi sürüsünü güderken Musa gibi halîm olması, akıl ve tedbirle bu işi görmesi lâzımdır.
  • حلم موسی‌وار اندر رعی خود  ** او به جا آرد به تدبیر و خرد 
  • Böyle, harekette bulunursa Tanrı ona ayın üstünde, yücelikler âleminde bir ruhani çobanlık verir.
  • لاجرم حقش دهد چوپانیی  ** بر فراز چرخ مه روحانیی 
  • Nitekim peygamberleri de bu çobanlıktan kurtarmış, onlara temiz kulların çobanlığını vermiştir. 3295
  • آنچنان که انبیا را زین رعا  ** بر کشید و داد رعی اصفیا 
  • Sen, bu çobanlıkta öyle doğru hareket ettin ki sana bir ayıp bulan kör olur.
  • خواجه باری تو درین چوپانیت  ** کردی آنچ کور گردد شانیت 
  • Biliyorum Tanrı mükâfat olarak sana o âlemde de ebedî bir başbuğluk verir.
  • دانم آنجا در مکافات ایزدت  ** سروری جاودانه بخشدت 
  • Ben de deniz gibi cömert eline senin lûtfuna ihsanına güvenerek
  • بر امید کف چون دریای تو  ** بر وظیفه دادن و ایفای تو 
  • Hiç yoktan tam dokuz bin altın borç ettim. Neredesin sen ki lûtfunla bu tortu saf bir hale gelsin.
  • وام کردم نه هزار از زر گزاف  ** تو کجایی تا شود این درد صاف 
  • Neredesin ki yeşillik gibi gülesin de onu da al. Onun on mislini de al diyesin. 3300
  • تو کجایی تا که خندان چون چمن  ** گویی بستان آن و ده چندان ز من 
  • Neredesin ki beni güldüresin, efendiler gibi lütufta bulunasın, ihsan edesin.
  • تو کجایی تا مرا خندان کنی  ** لطف و احسان چون خداوندان کنی 
  • Neredesin ki beni hazinene götüresin da borçtan da emin edesin, yoksulluktan da.
  • تو کجایی تا بری در مخزنم  ** تا کنی از وام و فاقه آمنم 
  • Ben yeter dedikçe, sen ihsanını fazlalaştırasın da bunu da hatırım için al diyesin.
  • من همی‌گویم بس و تو مفضلم  ** گفته کین هم گیر از بهر دلم 
  • Bir alem nasıl olurda toprak altına sığar? Bir gökyüzü nasıl olur da yere girer?
  • چون همی‌گنجد جهانی زیر طین  ** چون بگنجد آسمانی در زمین 
  • Haşa Tanrı hakkı için sen, diriyken de bu alemden dışarıda değilsin, şimdi de. 3305
  • حاش لله تو برونی زین جهان  ** هم به وقت زندگی هم این زمان 
  • Gayb havasında bir kuş uçar ama gölgesi yere vurur.
  • در هوای غیب مرغی می‌پرد  ** سایه‌ی او بر زمینی می‌زند 
  • Beden, gönlün gölgesinin,gölgesinin gölgesidir. Nereden beden gönül mertebesine erişecek?
  • جسم سایه‌ی سایه‌ی سایه‌ی دلست  ** جسم کی اندر خور پایه‌ی دلست 
  • Adam uyur, ruhu, güneş gibi gökyüzünde parlar. Bedense yorgan altındadır.
  • مرد خفته روح او چون آفتاب  ** در فلک تابان و تن در جامه خواب