English    Türkçe    فارسی   

6
3616-3640

  • Sen, aman yahu dersin, gel, ümidim sende. O hadi hadi der, git, ben senden bıkmışım zaten.
  • هی بیا من طمعها دارم ز تو  ** گویدش رو رو که بیزارم ز تو 
  • Tanrı’nın adaletinden korkmadın, bense korkarım. Ellerini çek benden!
  • تو نترسیدی ز عدل کردگار  ** من همی‌ترسم دو دست از من بدار 
  • Tanrı da onda zaten iyilikten eser yoktur. Şimdi bu hileyle nasıl, nerede kurtulacaksın? dedi ya.
  • گفت حق خود او جدا شد از بهی  ** تو بدین تزویرها هم کی رهی 
  • Hesap gününde yapanın da yüzü karadır, yapılanında. İkisi de taşlanırlar.
  • فاعل و مفعول در روز شمار  ** روسیاهند و حریف سنگسار 
  • Adalet bakımından yol kesen de uzaklık kuyusundadır, yol yitiren de ve o azap yurdu, ne kötü bir yatılacak yerdir. 3620
  • ره‌زده و ره‌زن یقین در حکم و داد  ** در چه بعدند و در بس المهاد 
  • Yolunu azıtan aptal da kurtuluştan ümidini kesmeli, yol azdıran da!
  • گول را و غول را کو را فریفت  ** از خلاص و فوز می‌باید شکیفت 
  • Burada eşek balçığa saplanmıştır, eşekçi de, burada da gaflettedirler, orada da çamura saplanır kalırlar.
  • هم خر و خرگیر اینجا در گلند  ** غافلند این‌جا و آن‌جا آفلند 
  • Ancak geri dönenler, ondan vazgeçenler ayrı. Onlar güz mevsiminden çıkar, Tanrı’nın lûtuf ve ihsan baharına ererler.
  • جز کسانی را که وا گردند از آن  ** در بهار فضل آیند از خزان 
  • Tövbe ederler, Tanrı da tövbeyi kabul eder. Onun buyruğunu tutarlar ve o, ne güzel bir buyruk sahibidir.
  • توبه آرند و خدا توبه‌پذیر  ** امر او گیرند و او نعم الامیر 
  • Pişman oldular da inlemeye, başladılar mı suçluların iniltisinden arş bile titrer. 3625
  • چون بر آرند از پشیمانی حنین  ** عرش لرزد از انین المذنبین 
  • Hem de ananın çocuğunun üstüne titreyişi gibi. Onların ellerini tutar, onları yücelere çeker.
  • آن‌چنان لرزد که مادر بر ولد  ** دستشان گیرد به بالا می‌کشد 
  • Tanrı der, sizi aldanmadan, ululanmadan kurtardı, işte ihsan bahçeleri, işte suçları örten, yargılayan Tanrı!
  • کای خداتان وا خریده از غرور  ** نک ریاض فضل و نک رب غفور 
  • Bundan böyle size ebedî ve tükenmez rızıkla azık Tanrı havasından gelir, damdan, oluktan değil.
  • بعد ازینتان برگ و رزق جاودان  ** از هوای حق بود نه از ناودان 
  • Deniz, bütün vasıtaları, gayretinden kaldırdı, bizzat kendisi lûtfa ihsana başladı mı artık susuz da balık gibi elindeki maşrapayı terk eder.
  • چونک دریا بر وسایط رشک کرد  ** تشنه چون ماهی به ترک مشک کرد 
  • Şehzadelerin babalariyle vedalaşarak ülkeyi gezmeye gitmeleri ve padişahın , onlara ayrılırken yine aynı tarzda vasiyette bulunması
  • روان شدن شه‌زادگان در ممالک پدر بعد از وداع کردن ایشان شاه را و اعادت کردن شاه وقت وداع وصیت را الی آخره 
  • O üç oğlan da babalarının ülkesinde seyahate çıkmayı kurdular. 3630
  • عزم ره کردند آن هر سه پسر  ** سوی املاک پدر رسم سفر 
  • Divan ve geçim işlerini düzene koymak üzere babalarının şehirlerini kalelerini gezip dolaşacaklardı.
  • در طواف شهرها و قلعه‌هاش  ** از پی تدبیر دیوان و معاش 
  • Padişahın elini öpüp vedalaştılar. O emrine itaat edilir padişah onlara dedi ki:
  • دست‌بوس شاه کردند و وداع  ** پس بدیشان گفت آن شاه مطاع 
  • “ Gönlünüz nereye isterse varın. Allah’a emanet. Elinizi, kolunuzu sallaya, sallaya gidin.
  • هر کجاتان دل کشد عازم شوید  ** فی امان الله دست افشان روید 
  • Yalnız “ Hüş-rüba- Akıl kapan” derler bir kale vardır. Orada nice erlerin kaftanı, bedenine dar gelir. Sakın oraya gitmeyin.
  • غیر آن یک قلعه نامش هش‌ربا  ** تنگ آرد بر کله‌داران قبا 
  • Allah aşkına olsun sakın “ Zatüssuver- Resimli “ denen kaleye varmayın. Oradan uzak olun, tehlikeden korkun. 3635
  • الله الله زان دز ذات الصور  ** دور باشید و بترسید از خطر 
  • O kalenin yüzü, arka tarafı, burçları tavanı döşemesi hep insan resimleriyle bezenmiştir.
  • رو و پشت برجهاش و سقف و پست  ** جمله تمثال و نگار و صورتست 
  • Yusuf, dalıp baksın diye Zeliha da odasını resimlerle bezemişti ya hani.
  • هم‌چو آن حجره‌ی زلیخا پر صور  ** تا کند یوسف بناکامش نظر 
  • Yusuf, ona bakmadığından o da hileye başvurmuş, odayı kendi resimleriyle doldurmuştu.
  • چونک یوسف سوی او می‌ننگرید  ** خانه را پر نقش خود کرد آن مکید 
  • Güzel yüzlü Yusuf, nereye bakarsa elinde olmaksızın onun yüzünü görsün diye böyle yapmıştı.
  • تا به هر سو که نگرد آن خوش‌عذار  ** روی او را بیند او بی‌اختیار 
  • Tanrı da gözü aydınlar için altı tarafı da delillerine mazhar etti. 3640
  • بهر دیده‌روشنان یزدان فرد  ** شش جهت را مظهر آیات کرد