English    Türkçe    فارسی   

6
3765-3789

  • Eski zamanlarda gelip geçmiş nice ümmetleri taştan suret yaktı yandırdı. 3765
  • قرنها را صورت سنگین بسوخت  ** آتشی در دین و دلشان بر فروخت 
  • Dinlerine de ateş saldı. Gönüllerine de.
  • چونک روحانی بود خود چون بود  ** فتنه‌اش هر لحظه دیگرگون بود 
  • Artık bu suret canlı olursa nasıl olur neler yapmaz o? Fitnesi her an bir başka çeşittir onun.
  • عشق صورت در دل شه‌زادگان  ** چون خلش می‌کرد مانند سنان 
  • Suret aşkı Şehzadelerin gönlüne mızrak gibi battı. Her biri bulut gibi gözyaşları döküyor, elini dişliyor, yazık diyordu.
  • اشک می‌بارید هر یک هم‌چو میغ  ** دست می‌خایید و می‌گفت ای دریغ 
  • Padişahın önceden gördüğünü biz şimdi gördük. O eşsiz padişah bize ne kadar antlar verdi.
  • ما کنون دیدیم شه ز آغاز دید  ** چندمان سوگند داد آن بی‌ندید 
  • Peygamberlerin bu yüzden bizim üstümüzde çok hakkı vardır. Onlar bizim sonumuzdan haber vermişlerdir. 3770
  • انبیا را حق بسیارست از آن  ** که خبر کردند از پایانمان 
  • Ektiğin tohumdan ancak diken biter, bu tarafa doğru uçarsan buradan öteye yol yoktur, başka uçacak yer bulamazsın.
  • کاینچ می‌کاری نروید جز که خار  ** وین طرف پری نیابی زو مطار 
  • Tohumu benden al ki mahsül versin. Benim kanadımla uç ki ok, o tarafa fırlasın gitsin.
  • تخم از من بر که تا ریعی دهد  ** با پر من پر که تیر آن سو جهد 
  • Sen onun mutlaka var olduğunu, varlığının vacip bulunduğunu bilmezsin ama sonunda yine dersin ki hakikaten varlığı vacipmiş.
  • تو ندانی واجبی آن و هست  ** هم تو گویی آخر آن واجب بدست 
  • O hakikatte sensin, fakat sonunda hakiki varlığı anlayıp terk edeceğin bu mevhum senliğin o değildir ha!
  • او توست اما نه این تو آن توست  ** که در آخر واقف بیرون‌شوست 
  • Bu sonraki varlığın, seni evvelki ve hakiki varlığa ulaştırmak ve böyle bir varlığın olduğunu bildirmek için gelmiş asılsız bir varlıktır. 3775
  • توی آخر سوی توی اولت  ** آمدست از بهر تنبیه و صلت 
  • Senin senliğinde başka bir sen gizlidir. Bu varlıkla var olup kendini gören kişiye kurban olayım ben.
  • توی تو در دیگری آمد دفین  ** من غلام مرد خودبینی چنین 
  • Gencin aynada gördüğünü ihtiyar, ondan önce kerpiçte görür.
  • آنچ در آیینه می‌بیند جوان  ** پیر اندر خشت بیند بیش از آن 
  • Biz padişahımızın buyruğundan dışarı çıktık. Babamızın lütuflarına nankörlük ettik.
  • ز امر شاه خویش بیرون آمدیم  ** با عنایات پدر یاغی شدیم 
  • Onun sözünü ehemmiyetsiz bulduk, onun eşsiz inayetlerini mühimsemedik.
  • سهل دانستیم قول شاه را  ** وان عنایت‌های بی اشباه را 
  • İşte şimdilik hepimiz de hendeğe düştük. Savaşsız kazalara uğradık, öldürdük. 3780
  • نک در افتادیم در خندق همه  ** کشته و خسته‌ی بلا بی ملحمه 
  • Kendi aklımıza güvendik, fikrimize dayandık da bu tehlikeye çattık.
  • تکیه بر عقل خود و فرهنگ خویش  ** بودمان تا این بلا آمد به پیش 
  • İnce hastalığa tutulan, kendisini nasıl sağlam sanırsa biz de tıpkı onun gibi kendimizi sağlam sandık, hür zannettik.
  • بی‌مرض دیدیم خویش و بی ز رق  ** آنچنان که خویش را بیمار دق 
  • Fakat gizli illet şimdi meydana çıktı, bağlandık, avlandık da ondan sonra kendini gösterdi.
  • علت پنهان کنون شد آشکار  ** بعد از آنک بند گشتیم و شکار 
  • Kılavuzun gölgesi Tanrıyı anmadan yeğdir. Bir kaanat yüzlerce tabak yemekten hayırlıdır.
  • سایه‌ی رهبر بهست از ذکر حق  ** یک قناعت به که صد لوت و طبق 
  • Gören göz, üç yüz tane sopadan daha iyidir. Mücevherle taşı ayırt eden gözdür. 3785
  • چشم بینا بهتر از سیصد عصا  ** چشم بشناسد گهر را از حصا 
  • Hasılı dertler içinde acaba dünyada kim bu, bu resim kimin resmi diye araştırmaya koyuldular.
  • در تفحص آمدند از اندهان  ** صورت کی بود عجب این در جهان 
  • Bir hayli arayıp sorduktan sonra bir gün yolda gözü açık bir ihtiyara rastladılar. O, bu sırrı açtı.
  • بعد بسیاری تفحص در مسیر  ** کشف کرد آن راز را شیخی بصیر 
  • Duyma yoluyla değil, aklına gelen ilham yoluyla bu sırrı buldu. Sırlar, onun gözünün önünde apaçıktı.
  • نه از طریق گوش بل از وحی هوش  ** رازها بد پیش او بی روی‌پوش 
  • Dedi ki: Pervin denilen yıldız kümesi de buna haset eder. Bu, Çin Padişahının kızının resmidir.
  • گفت نقش رشک پروینست این  ** صورت شه‌زاده‌ی چینست این