English    Türkçe    فارسی   

6
378-402

  • Bu dünya tuzaktır, tanesi de istek. Tuzaklardan kaç onlardan yüz çevir.
  • این جهان دامست و دانه‌آرزو  ** در گریز از دامها روی آر زو 
  • Böyle hareket ettin mi yüzlerce ferahlık bulursun. Fakat istekten geçemedin mi fesatlıklara uğrarsın.
  • چون چنین رفتی بدیدی صد گشاد  ** چون شدی در ضد آن دیدی فساد 
  • Bunun için Peygamber “Müftüler sana kuvvetli fetvalar bile verseler sen, kalbine danış” dedi. 380
  • پس پیمبر گفت استفتوا القلوب  ** گر چه مفتیتان برون گوید خطوب 
  • İsteği bırak da Allah acısın. Bunun böyle olması lâzım, bunu denedin, sınadın ya.
  • آرزو بگذار تا رحم آیدش  ** آزمودی که چنین می‌بایدش 
  • Mademki kaçamıyorsun, ona kullukta bulun da hapsinden kurtul, gül bahçelerine git.
  • چون نتانی جست پس خدمت کنش  ** تا روی از حبس او در گلشنش 
  • Her an kendini görür gözetirsin adaleti de görürsün, yüceliği de ey azgın.
  • دم به دم چون تو مراقب می‌شوی  ** داد می‌بینی و داور ای غوی 
  • Fakat perde ardına girer, gözünü kaparsan senin bu göz yummanla güneş, işinden gücünden kalır mı hiç?
  • ور ببندی چشم خود را ز احتجاب  ** کار خود را کی گذارد آفتاب 
  • Padişahın,Eyaz’ın hareketini beğenmiyen beylere onun yüceliğinin rütbesindeki üstünlüğün, maaşındaki fazlalığın sebeplerini, hiçbir delil getiremiyecekleri, hiçbir itirazda bulunamıyacakları bir tarzda bildirip göstermesi
  • وا نمودن پادشاه به امرا و متعصبان در راه ایاز سبب فضیلت و مرتبت و قربت و جامگی او بریشان بر وجهی کی ایشان را حجت و اعتراض نماند 
  • Beyler, hasetten coşunca nihayet padişahı bile kınamaya başlayıp dediler ki: 385
  • چون امیران از حسد جوشان شدند  ** عاقبت بر شاه خود طعنه زدند 
  • Bu senin Eyaz’ında otuz adamın aklı yokken nasıl olur da otuz beyin kaftan parasını yer?
  • کین ایاز تو ندارد سی خرد  ** جامگی سی امیر او چون خورد 
  • Padişah, otuz beyle avlanmak üzere dağlara, ovalara çıktı.
  • شاه بیرون رفت با آن سی امیر  ** سوی صحرا و کهستان صیدگیر 
  • Uzaktan bir kervan gördü, beyin birisine git de,
  • کاروانی دید از دور آن ملک  ** گفت امیری را برو ای متفک 
  • Sor bakalım, o kervan hangi şehirden geliyor? dedi.
  • رو بپرس آن کاروان را بر رصد  ** کز کدامین شهر اندر می‌رسد 
  • Bey gitti, sorup geldi, dedi ki: Rey’den geliyor.Padişah, peki nereye gidiyormuş? deyince kalakaldı. 390
  • رفت و پرسید و بیامد که ز ری  ** گفت عزمش تا کجا درماند وی 
  • Bir başka beye, git bakalım yüce kişi dedi, sen de nereye gidiyor, şunu anla!
  • دیگری را گفت رو ای بوالعلا  ** باز پرس از کاروان که تا کجا 
  • O da gidip geldi, Yemen’e gidiyormuş dedi. Padişah yükü neymiş? Deyince o da dinelip kaldı.
  • رفت و آمد گفت تا سوی یمن  ** گفت رختش چیست هان ای موتمن 
  • Padişah, bir başka beye hadi, sen de yükü neymiş, onu öğren dedi.
  • ماند حیران گفت با میری دگر  ** که برو وا پرس رخت آن نفر 
  • Bey gidip geldi, her cins mal var, fakat çoğu Rey kâseleri deyince,
  • باز آمد گفت از هر جنس هست  ** اغلب آن کاسه‌های رازیست 
  • Padişah, Rey’den ne vakit çıkmış? diye sordu. O aklı gevşek bey de âciz kaldı. 395
  • گفت کی بیرون شدند از شهر ری  ** ماند حیران آن امیر سست پی 
  • Böylece, otuz hattâ daha fazla beyin hepsi de âciz ve noksan çıktı.
  • هم‌چنین تا سی امیر و بیشتر  ** سست‌رای و ناقص اندر کر و فر 
  • Bunun üzerine padişah beylere dedi ki: Ben bir gün tek başıma Eyaz’ımı sınadım.
  • گفت امیران را که من روزی جدا  ** امتحان کردم ایاز خویش را 
  • Şu kervan nereden geliyor? Git anla dedim. Gitti, hepsini sorup öğrenmiş.
  • که بپرس از کاروان تا از کجاست  ** او برفت این جمله وا پرسید راست 
  • Benim emrim olmadan kervanın bütün ahvalini, olduğu gibi bir bir anlattı.
  • بی‌وصیت بی‌اشارت یک به یک  ** حالشان دریافت بی ریبی و شک 
  • Bu otuz bey, otuz defada ne öğrenebildiyse o, hepsini birden öğrenip geldi. 400
  • هر چه زین سی میر اندر سی مقام  ** کشف شد زو آن به یکدم شد تمام 
  • Beylerin,bu delili cebrice şüphelerle zayıflarmaya savaşmaları,padişahın onlara verdiği cevap
  • مدافعه‌ی امرا آن حجت را به شبهه‌ی جبریانه و جواب دادن شاه ایشان را 
  • Beyler, bu bir zekâ işi, o da Allah vergisi, çalışmakla olmaz ki.
  • پس بگفتند آن امیران کین فنیست  ** از عنایتهاش کار جهد نیست 
  • Aya o güzel yüzü Allah vermiş, güle o hoş kokuyu Allah ihsan etmiş dediler.
  • قسمت حقست مه را روی نغز  ** داده‌ی بختست گل را بوی نغز