English    Türkçe    فارسی   

6
4008-4032

  • Sırlara Tanrı’dan başka mahrem yoktur. Ah’a ancak gökyüzü hemdemdir.
  • راز را غیر خدا محرم نبود  ** آه را جز آسمان هم‌دم نبود 
  • Birbirlerine bir şey bildirirken aralarında kendilerine ait ıstılahlar vardı.
  • اصطلاحاتی میان هم‌دگر  ** داشتندی بهر ایراد خبر 
  • Alelade halk da bu kuşdilinin bir kısmını bellemiştir de şatafatlar satmışlar, ululuklar etmeye kalkışmışlardır. 4010
  • زین لسان الطیر عام آموختند  ** طمطراق و سروری اندوختند 
  • Fakat onların sözü, kuşların seslerinin suretinden ibarettir. Ham kişi kuşların ahvalinden gafildir.
  • صورت آواز مرغست آن کلام  ** غافلست از حال مرغان مرد خام 
  • Nerede bir Süleyman ki kuşdilini anlasın. Şeytan da saltanat sürer ama Süleyman değildir ki.
  • کو سلیمانی که داند لحن طیر  ** دیو گرچه ملک گیرد هست غیر 
  • Şeytan, Süleyman’a benzer, tahta oturur, hile bilgisi vardır, fakat “ Biz ona kuşdilini öğrettik” sırrına mazhar değildir ki.
  • دیو بر شبه سلیمان کرد ایست  ** علم مکرش هست و علمناش نیست 
  • Süleyman, Tanrı’dan muştuluklara nail olmuştu da bu yüzden “ Biz ona kuşdili öğrettik” sırrına erişmişti.
  • چون سلیمان از خدا بشاش بود  ** منطق الطیری ز علمناش بود 
  • Sen “ Min ledün” kuşlarını görmemişsin. Artık o hava kuşlarına bak da onlardan anla. 4015
  • تو از آن مرغ هوایی فهم کن  ** که ندیدستی طیور من لدن 
  • Simurgların yeri, Kaf dağıdır. Her hayal oraya el atamaz.
  • جای سیمرغان بود آن سوی قاف  ** هر خیالی را نباشد دست‌باف 
  • Ancak o birleşmeyi gören hayal, o makamı görür. Gördükten sonra da yine araya ayrılık düşer.
  • جز خیالی را که دید آن اتفاق  ** آنگهش بعدالعیان افتد فراق 
  • Fakat işi tamamıyla kesen ayrılık değildir bu. Bu iş, bu makam her türlü ayrılıktan emindir.
  • نه فراق قطع بهر مصلحت  ** که آمنست از هر فراق آن منقبت 
  • Ruha mensup olan o kalıbın baki kalması için güneş, bir an kendisini kardan çeker.
  • بهر استبقاء آن روحی جسد  ** آفتاب از برف یک‌دم درکشد 
  • Sen onlardan kendi canın için bir düzenlik ara; onların sözlerinden ıstılah çalmaya kalkışma. 4020
  • بهر جان خویش جو زیشان صلاح  ** هین مدزد از حرف ایشان اصطلاح 
  • Zeliha’ da çöreotundan öd ağacına kadar her şeyin adını Yusuf takmıştı.
  • آن زلیخا از سپندان تا به عود  ** نام جمله چیز یوسف کرده بود 
  • Onun adını gizli bir surette yazmış, mahremlerine o sırrı bildirmişti.
  • نام او در نامها مکتوم کرد  ** محرمان را سر آن معلوم کرد 
  • Mum, ateşten yumuşadı dese bu söz, o sevgili bize alıştı, sevdalandı demekti.
  • چون بگفتی موم ز آتش نرم شد  ** این بدی کان یار با ما گرم شد 
  • Ay doğdu, bakın dese, yahut söğüt ağacı yeşerdi diye bir söz söylese...
  • ور بگفتی مه برآمد بنگرید  ** ور بگفتی سبز شد آن شاخ بید 
  • Yapraklar ne güzel oynamakta; çöreotu ne hoş yanıyor… 4025
  • ور بگفتی برگها خوش می‌طپند  ** ور بگفتی خوش همی‌سوزد سپند 
  • Gül, bülbülle sırrını söyledi; padişah, sevgilisine sır söyledi…
  • ور بگفتی گل به بلبل راز گفت  ** ور بگفتی شه سر شهناز گفت 
  • Bahtımız ne de kutlu; yaygıları döşeyin…
  • ور بگفتی چه همایونست بخت  ** ور بگفتی که بر افشانید رخت 
  • Saka su getirdi; güneş doğdu…
  • ور بگفتی که سقا آورد آب  ** ور بگفتی که بر آمد آفتاب 
  • Dün gece bir tencere kaynattılar; içindekiler güzelce pişti, helmelendi…
  • ور بگفتی دوش دیگی پخته‌اند  ** یا حوایج از پزش یک لخته‌اند 
  • Ekmekler tuzsuz; felek, aksine dönmede… 4030
  • ور بگفتی هست نانها بی‌نمک  ** ور بگفتی عکس می‌گردد فلک 
  • Başım ağrıyor; başımın ağrısı geçti gibi bir şey söylese hep başka şey kastederdi.
  • ور بگفتی که به درد آمد سرم  ** ور بگفتی درد سر شد خوشترم 
  • Birini övse onu över, birinden şikayetlense onun ayrılığını anlatmış olurdu.
  • گر ستودی اعتناق او بدی  ** ور نکوهیدی فراق او بدی