English    Türkçe    فارسی   

6
4236-4260

  • Benim seninle bir müddet işim var. Ey dünya güzeli, bekle hele der.
  • که مرا کاریست با تو یک زمان  ** منتظر می‌باش ای خوب جهان 
  • İşte müminlerin, iyiden, kötüden bir murada hemencecik nail olamamaları iyice bil ki bu yüzdendir.
  • بی‌مرادی مومنان از نیک و بد  ** تو یقین می‌دان که بهر این بود 
  • Rüyasında “Mısır’da define var” dedikleri adamın Tanrı tapısında yoksulluktan sızıldanması
  • رجوع کردن به قصه‌ی آن شخص کی به او گنج نشان دادند به مصر و بیان تضرع او از درویشی به حضرت حق 
  • Mirasyedi, mirası yiyip bitirdi. Yoksullaştı, yarabbi demeye, ağlayıp sızlanmaya başladı.
  • مرد میراثی چو خورد و شد فقیر  ** آمد اندر یا رب و گریه و نفیر 
  • Zaten rahmetler saçan bu kapıyı kim dövdü de Tanrı icabet etmedi; bu kapı açılıp ona yüzlerce bahar saçılmıştı?
  • خود کی کوبد این در رحمت‌نثار  ** که نیابد در اجابت صد بهار 
  • Rüya gördü bir hatif ona dedi ki: Sen, Mısır’da zengin olacaksın. 4240
  • خواب دید او هاتفی گفت او شنید  ** که غنای تو به مصر آید پدید 
  • Yürü Mısır’a git. İşin orada düzelecek. Tanrı niyazını kabul etti. O ricaları kabul eden Tanrıdır.
  • رو به مصر آنجا شود کار تو راست  ** کرد کدیت را قبول او مرتجاست 
  • Falan yerde büyük bir define var. onun için ta Mısır’a kadar gitmen gerek.
  • در فلان موضع یکی گنجی است زفت  ** در پی آن بایدت تا مصر رفت 
  • Ey köhne adam durmadan hemencecik Bağdat’tan kalk, Mısır’a şeker kamışlığına kadar git!
  • بی‌درنگی هین ز بغداد ای نژند  ** رو به سوی مصر و منبت‌گاه قند 
  • Adam, Bağdat’tan kalkıp ta Mısır’a kadar gitti. Mısır’ı görünce sırtı kaşındı.
  • چون ز بغداد آمد او تا سوی مصر  ** گرم شد پشتش چو دید او روی مصر 
  • Sıkıntısını gidermek için hatifin vadine ümitlenerek Mısır’a gitti. 4245
  • بر امید وعده‌ی هاتف که گنج  ** یابد اندر مصر بهر دفع رنج 
  • Hatif, falan mahallede falan yerde gömülü pek nadir, pek değerli bir define var demişti.
  • در فلان کوی و فلان موضع دفین  ** هست گنجی سخت نادر بس گزین 
  • Oraya kadar gitti ama az çok, hiçbir geçinecek parası pulu kalmadı. Halktan dilencilik etmeye niyet etti.
  • لیک نفقه‌ش بیش و کم چیزی نماند  ** خواست دقی بر عوام‌الناس راند 
  • Fakat yüzü tutmuyor, utanıyordu. Sabretti, üzülüp durdu.
  • لیک شرم و همتش دامن گرفت  ** خویش را در صبر افشردن گرفت 
  • Derken yine açlıktan kıvranmaya başladı. Dilencilikten başka bir çaresi kalmadı.
  • باز نفسش از مجاعت بر طپید  ** ز انتجاع و خواستن چاره ندید 
  • Dedi ki: Geceleyin yavaş, yavaş çıkarım: karanlıktan görünmem de o suretle dilenirim. 4250
  • گفت شب بیرون روم من نرم نرم  ** تا ز ظلمت نایدم در کدیه شرم 
  • Gece kuşu gibi geceleri Tanrı’yı zikrederim, elbette bir kapıdan yarım dirhem bir şey elde ederim.
  • هم‌چو شبکوکی کنم شب ذکر و بانگ  ** تا رسد از بامهاام نیم دانگ 
  • Bu düşünceyle dışarı çıkıp mahallelere düştü; bu düşünceyle taraf, taraf gezmeye başladı.
  • اندرین اندیشه بیرون شد بکوی  ** واندرین فکرت همی شد سو به سوی 
  • Bir zaman utangaçlığı, mevkii mani oluyor, bir zaman da açlık, kendisine hadi, iste diyordu.
  • یک زمان مانع همی‌شد شرم و جاه  ** یک زمانی جوع می‌گفتش بخواه 
  • Gecenin üçte biri geçinceye kadar isteyeyim mi, yoksa dudaklarım kuru bir halde uyuyayım mı, diye bir ayağını ileri atmada bir ayağını geriye çekmedeydi.
  • پای پیش و پای پس تا ثلث شب  ** که بخواهم یا بخسپم خشک‌لب 
  • Adam Mısır’a vardı, geceleyin dilenmek üzere sokağa çıktı. Bekçi, adamı tuttu. Adam, bekçiden bir hayli dayak yedikten sonra muradına nail oldu. “Öyle şeyler vardır ki onları hoş görmezsiniz ama size hayırlıdır.” Ulu Tanrı, “Tanrı güçlükten sonra insana kolaylık ihsan eder” ve “Şüphe yok ki güçlükle beraber bir de kolaylık vardır” buyurmuştur. Peygamber aleyhisselam da “Ey eziyet ve zahmet, şiddetlen, açılırsın” demiştir. Bütün Kur’an ve gökten inen kitaplar, bunu anlatır.
  • رسیدن آن شخص به مصر و شب بیرون آمدن به کوی از بهر شبکوکی و گدایی و گرفتن عسس او را و مراد اوحاصل شدن از عسس بعد از خوردن زخم بسیار و عسی ان تکرهوا شیا و هو خیر لکم و قوله تعالی سیجعل الله بعد عسر یسرا و قوله علیه‌السلام اشتدی ازمة تنفرجی و جمیع القرآن و الکتب المنزلة فی تقریر هذا 
  • Ansızın o adamı sokakta bekçi yakaladı. Dayanamadı, bir hayli yumrukladı, sopayla dövdü. 4255
  • ناگهانی خود عسس او را گرفت  ** مشت و چوبش زد ز صفرا تا شکفت 
  • O karanlık gecelerde halk, hırsızlardan çok zarar görmüştü.
  • اتفاقا اندر آن شب‌های تار  ** دیده بد مردم ز شب‌دزدان ضرار 
  • Bekçi, o korkunç ve menhus gecelerde hırsızları iyiden iyiye araştırmadaydı.
  • بود شب‌های مخوف و منتحس  ** پس به جد می‌جست دزدان را عسس 
  • Halife, geceleyin kimi sokaklarda dolaşıyor görürseniz benim adamlarından, akrabalarımdan bile olsa yakalayıp elini kesin demişti.
  • تا خلیفه گفت که ببرید دست  ** هر که شب گردد وگر خویش منست 
  • Padişah, bekçiyi iyice tehdit etmiş, neden demişti, hırsızlara böyle merhamet etmektesiniz?
  • بر عسس کرده ملک تهدید و بیم  ** که چرا باشید بر دزدان رحیم 
  • Neden onların yalanlarına kanıyorsunuz, yahut neden onlardan rüşvet alıyorsunuz? 4260
  • عشوه‌شان را از چه رو باور کنید  ** یا چرا زیشان قبول زر کنید