English    Türkçe    فارسی   

6
4495-4519

  • Nihayet anladı ki o ses sandıktan gelmede, sandıkta da birisi gizli. 4495
  • عاقبت دانست کان بانگ و فغان  ** بد ز صندوق و کسی در وی نهان 
  • Sevgilinin derdiyle bir âşık, dışardayken sandığa gizlenmiş.
  • عاشقی کو در غم معشوق رفت  ** گر چه بیرونست در صندوق رفت 
  • Ömrünü, dertlere uğramış da sandıkta geçirmiş. Çünkü âlemde yalnız bir sandık görmüş.
  • عمر در صندوق برد از اندهان  ** جز که صندوقی نبیند از جهان 
  • Göklerin yücesine yücelmeyen baş, bil ki heveslere kapılmış, sandık içine girmiştir.
  • آن سری که نیست فوق آسمان  ** از هوس او را در آن صندوق دان 
  • Beden sandığından çıksa bile körlüğünden bir körün yanına gider ancak.
  • چون ز صندوق بدن بیرون رود  ** او ز گوری سوی گوری می‌شود 
  • Bu sözün sonu yoktur. Kadı, ey hamal dedi, ey sandık götüren! 4500
  • این سخن پایان ندارد قاضیش  ** گفت ای حمال و ای صندوق‌کش 
  • Mahkemeye gir, halimi anlat. Naibime çabuk halimi tamamiyle bildir.
  • از من آگه کن درون محکمه  ** نایبم را زودتر با این همه 
  • Gelsin, şu akılsız heriften bu sandığı alsın, açmadan öylece eve götürsün.
  • تا خرد این را به زر زین بی‌خرد  ** هم‌چنین بسته به خانه‌ی ما برد 
  • Yarabbi, ruh sahibi bir kavim gönder de bizi de beden sandığından satın alsın.
  • ای خدا بگمار قومی روحمند  ** تا ز صندوق بدنمان وا خرند 
  • Halkı, afsun sandığından peygamberlerden başka kim satın alabilir?
  • خلق را از بند صندوق فسون  ** کی خرد جز انبیا و مرسلون 
  • Sandık içinde olduğunu gönül gözü açık olan binde bir kişi bilebilir. 4505
  • از هزاران یک کسی خوش‌منظرست  ** که بداند کو به صندوق اندرست 
  • O, önce âlemi görmüştür de o zıtla bu zıt, kendisine ayan olmuştur.
  • او جهان را دیده باشد پیش از آن  ** تا بدان ضد این ضدش گردد عیان 
  • Bilgi, müminin kayıp malıdır. Bu sebeple mümin, kendi yitiğini bilir, anlar.
  • زین سبب که علم ضاله‌ی مومنست  ** عارف ضاله‌ی خودست و موقنست 
  • Asla iyi gün görmemiş olan, bu devletsizlikten sıkılır, çırpınır mı hiç?
  • آنک هرگز روز نیکو خود ندید  ** او درین ادبار کی خواهد طپید 
  • Yahut daha çocukken tutsaklığa düşen, yahut da daha önce anasından kul olarak doğan kişinin canı,
  • یا به طفلی در اسیری اوفتاد  ** یا خود از اول ز مادر بنده زاد 
  • Hürlük zevkini görmemiştir. Onun meydanı, suretler sandığıdır. 4510
  • ذوق آزادی ندیده جان او  ** هست صندوق صور میدان او 
  • Aklı, daima suretlerde mahpustur, kafesten kafese gezer durur.
  • دایما محبوس عقلش در صور  ** از قفس اندر قفس دارد گذر 
  • Kafesten yukarılara çıkmaya bir delik yoktur. Yerden yere boyuna kafeslerde gezer.
  • منفذش نه از قفس سوی علا  ** در قفس‌ها می‌رود از جا به جا 
  • Kur'an da "Gücünüz yeterse çıkın bakalım" denmiştir. Bu söz, Tanrı' dan insanlara da hitaptır, cinlere de.
  • در نبی ان استطعتم فانفذوا  ** این سخن با جن و انس آمد ز هو 
  • Tanrı, "Tanrı kudreti ve gökten gelen vahiy olmadıkça size bu göklerden yücelere çıkacak bir delik yoktur" demiştir.
  • گفت منفذ نیست از گردونتان  ** جز به سلطان و به وحی آسمان 
  • Sandıktan sandığa giden adam, gökyüzüne mensup değildir, sandığa mensuptur. 4515
  • گر ز صندوقی به صندوقی رود  ** او سمایی نیست صندوقی بود 
  • Sandığın yarığı, yeniden yeniye insana sarhoşluk verir. Fakat sandıkta olan, bunu anlayamaz.
  • فرجه صندوق نو نو مسکرست  ** در نیابد کو به صندوق اندرست 
  • Bu sandıklara kapılmazsa o vakit kadı gibi kurtulmayı aramaya başlar.
  • گر نشد غره بدین صندوق‌ها  ** هم‌چو قاضی جوید اطلاق و رها 
  • Bu nişaneyi bilen, sandıkta olduğunu anlar, korkusuz ve feryatsız durmaz.
  • آنک داند این نشانش آن شناس  ** کو نباشد بی‌فغان و بی‌هراس 
  • Kadı gibi boyuna titrer, canı, bir an olsun nerden neşelenecek? Hep onu özler.
  • هم‌چو قاضی باشد او در ارتعاد  ** کی برآید یک دمی از جانش شاد 
  • Kadı naibinin pazara gelerek Cuha' dan sandığı satın alması
  • آمدن نایب قاضی میان بازار و خریداری کردن صندوق را از جوحی الی آخره