English    Türkçe    فارسی   

6
870-894

  • Hacca gidenler, neden bu ses duymadan “Lebbeyk” deyip duruyoruz derler mi? 870
  • هیچ می‌گویند کین لبیکها  ** بی‌ندایی می‌کنیم آخر چرا 
  • Hakikatte onlara şu “Lebbeyk” demeyi nasip ediş, her lâhza tek Allah’dan gelen bir sestir.
  • بلک توفیقی که لبیک آورد  ** هست هر لحظه ندایی از احد 
  • Ben de koku aldım, biliyorum bu köşk, bu konak, can meclisinin kurulduğu yerdir toprağı da kimyadır.
  • من ببو دانم که این قصر و سرا  ** بزم جان افتاد و خاکش کیمیا 
  • Hafif ve tiz nağmelerle bakırımı ebediyen onun kimyasına vurup duracağım.
  • مس خود را بر طریق زیر و بم  ** تا ابد بر کیمیااش می‌زنم 
  • Nihayet bu sahur davulum, denizleri coşturacak, inciler saçacak, ihsanlarda bulunacak.
  • تا بجوشد زین چنین ضرب سحور  ** در درافشانی و بخشایش به حور 
  • Halk, savaş safında Allah için canları ile oynar. 875
  • خلق در صف قتال و کارزار  ** جان همی‌بازند بهر کردگار 
  • Birisi Eyüp gibi belâlara düşer, öbürü Yakup gibi sabreder.
  • آن یکی اندر بلا ایوب‌وار  ** وان دگر در صابری یعقوب‌وار 
  • Yüz binlerce susuz ve muhtaç kişi, Allah için tamaha düşer, çalışır durur.
  • صد هزاران خلق تشنه و مستمند  ** بهر حق از طمع جهدی می‌کنند 
  • Ben de suçları yargılayan, örten Allah için bu kapıdan sahur davulu çalıyorum, benim de ümidim onda.
  • من هم از بهر خداوند غفور  ** می‌زنم بر در به اومیدش سحور 
  • Parasını almak için müşterimi istiyorsun? Gönül, Allah’dan daha iyi müşteri nerede var?
  • مشتری خواهی که از وی زر بری  ** به ز حق کی باشد ای دل مشتری 
  • Malından pis dağarcığı alır, sana kendinden ışıklanan bir gönül nuru verir. 880
  • می‌خرد از مالت انبانی نجس  ** می‌دهد نور ضمیری مقتبس 
  • Hakikatte yok olan şu buz kesmiş bedeni alır, vehmimize sığmaz bir saltanat ihsan eder.
  • می‌ستاند این یخ جسم فنا  ** می‌دهد ملکی برون از وهم ما 
  • Birkaç katra göz yaşı alır, şekerlerin, balların hased ettiği kevseri bağışlar.
  • می‌ستاند قطره‌ی چندی ز اشک  ** می‌دهد کوثر که آرد قند رشک 
  • Sevdalarla, dertlerle dolu ah-ı alır, her ah-a karşılık yüzlerce kârlı mevkii lûtfeder.
  • می‌ستاند آه پر سودا و دود  ** می‌دهد هر آه را صد جاه سود 
  • Gözyaşı bulutunun sürdüğü ah bulutu yüzündendir ki Halil’e fazla ah eden dedi.
  • باد آهی که ابر اشک چشم راند  ** مر خلیلی را بدان اواه خواند 
  • Gel de hemen şu eşi olmayan alışverişi durmayan pazarda eskileri sat, hazır ve elde bir olan beyliği al. 885
  • هین درین بازار گرم بی‌نظیر  ** کهنه‌ها بفروش و ملک نقد گیر 
  • Eğer bir şüphe gelir de yolunu vurursa ticarette bulunan peygamberleri kendine senet yap.
  • ور ترا شکی و ریبی ره زند  ** تاجران انبیا را کن سند 
  • O padişahlar padişahı, onların talihlerini öyle yaver etti, onlara öyle bir baht verdi ki dağlar bile onların pılı pırtılarını çekmeye muktedir değildir.
  • بس که افزود آن شهنشه بختشان  ** می‌نتاند که کشیدن رختشان 
  • Bilâl, Hicaz sıcağında Mustafa aliyhisselâm’ın sevgisiyle “ Allah birdir, birAhad ahad “ derdi . Efendisi de kâfirlik gayretiyle kuşluk zamanları Hicaz güneşinin altında onu dikenle döverdi. Bilâl’in vücudu yaralanır, yaraların dan kan fışkırır, fakat yine ihtiyarsız olarak ağzından “ Ahad ahad “ sözü çıkardı, nitekim dertliler de ihtiyarsız bir surette feryad eder, inlerler.. Bilâl ,aşk derdiyle doluydu. Firavun’un büyücüleri Cercis Peygamber ve daha sayısız erler gibi oda bu derde düştüğünden diken derdinden kurtulmayı düşünmüyor , o derde aldırış bile etmiyordu.
  • قصه‌ی احد احد گفتن بلال در حر حجاز از محبت مصطفی علیه‌السلام در آن چاشتگاهها کی خواجه‌اش از تعصب جهودی به شاخ خارش می‌زد پیش آفتاب حجاز و از زخم خون از تن بلال برمی‌جوشید ازو احد احد می‌جست بی‌قصد او چنانک از دردمندان دیگر ناله جهد بی‌قصد زیرا از درد عشق ممتلی بود اهتمام دفع درد خار را مدخل نبود هم‌چون سحره‌ی فرعون و جرجیس و غیر هم لایعد و لا یحصی 
  • Efendisi, Bilâl’i terbiye etmek için diken dalı ile dövmekte, o da dikenlere canını feda etmekteydi.
  • تن فدای خار می‌کرد آن بلال  ** خواجه‌اش می‌زد برای گوشمال 
  • Efendisi, neden Ahmed’i anmaktasın diyordu... Sen, kötü bir kulsun, benim dinimi inkâr ediyorsun.
  • که چرا تو یاد احمد می‌کنی  ** بنده‌ی بد منکر دین منی 
  • Efendisi onu güneş altında dövmekte, o da “Ahad” diye övünmekteydi. 890
  • می‌زد اندر آفتابش او به خار  ** او احد می‌گفت بهر افتخار 
  • Derken Sıddıyk, o taraftan geçti, onun “Ahad” demesini duydu.
  • تا که صدیق آن طرف بر می‌گذشت  ** آن احد گفتن به گوش او برفت 
  • Gözü doldu, gönlü incindi, o “Ahad” sözünden bir âşina kokusu aldı.
  • چشم او پر آب شد دل پر عنا  ** زان احد می‌یافت بوی آشنا 
  • Sonra onu tenhaca görüp nasihat verdi, dedi ki: İnanışını kâfirlerden gizli tut.
  • بعد از آن خلوت بدیدش پند داد  ** کز جهودان خفیه می‌دار اعتقاد 
  • Allah, gizli şeyleri bilir, maksadını gizle. Bilâl, tövbe ettim dedi.
  • عالم السرست پنهان دار کام  ** گفت کردم توبه پیشت ای همام