English    Türkçe    فارسی   

1
106-130

  • Hekim, hastalığı gördü, gizli şey ona açıldı. Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi.
  • دید رنج و کشف شد بر وی نهفت ** لیک پنهان کرد و با سلطان نگفت‌‌
  • Hastalığı safra ve sevdadan değildi. Her odunun kokusu, dumanından meydana çıkar.
  • رنجش از صفرا و از سودا نبود ** بوی هر هیزم پدید آید ز دود
  • İnlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o, gönle tutulmuştur.
  • دید از زاریش کو زار دل است ** تن خوش است و او گرفتار دل است‌‌
  • Âşıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir.
  • عاشقی پیداست از زاری دل ** نیست بیماری چو بیماری دل‌‌
  • Âşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Tanrı sırlarının usturlâbıdır. 110
  • علت عاشق ز علتها جداست ** عشق اصطرلاب اسرار خداست‌‌
  • Âşıklık, ister o cihetten olsun, ister bu cihetten... Akıbet bizim için o tarafa kılavuzdur.
  • عاشقی گر زین سر و گر ز ان سر است ** عاقبت ما را بدان سر رهبر است‌‌
  • Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyleyeyim... Asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum.
  • هر چه گویم عشق را شرح و بیان ** چون به عشق آیم خجل گردم از آن‌‌
  • Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır.
  • گر چه تفسیر زبان روشن‌‌گر است ** لیک عشق بی‌‌زبان روشن‌‌تر است‌‌
  • Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, âciz kalır.
  • چون قلم اندر نوشتن می‌‌شتافت ** چون به عشق آمد قلم بر خود شکافت‌‌
  • Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı, âşıklığı yine aşk şerh etti. 115
  • عقل در شرحش چو خر در گل بخفت ** شرح عشق و عاشقی هم عشق گفت‌‌
  • Güneşin vücuduna delil, yine güneştir. Sana delil lâzımsa güneşten yüz çevirme.
  • آفتاب آمد دلیل آفتاب ** گر دلیلت باید از وی رو متاب‌‌
  • Gerçi gölgede güneşin varlığından bir nişan verir, fakat asıl güneş her an can nuru bahşeyler.
  • از وی ار سایه نشانی می‌‌دهد ** شمس هر دم نور جانی می‌‌دهد
  • Gölge sana gece misali gibi uyku getirir. Ama güneş doğuverince ay yarılır (nuru görünmez olur).
  • سایه خواب آرد ترا همچون سمر ** چون بر آید شمس انشق القمر
  • Zaten cihanda güneş gibi misli bulunmaz bir şey yoktur. Baki olan can güneşi öyle bir güneştir ki, asla gurub etmez.
  • خود غریبی در جهان چون شمس نیست ** شمس جان باقیی کش امس نیست‌‌
  • Güneş, gerçi tektir, fakat onun mislini tasvir etmek mümkündür. 120
  • شمس در خارج اگر چه هست فرد ** می‌‌توان هم مثل او تصویر کرد
  • Ama kendisinden esîr var olan güneş, öyle bir güneştir ki, ona zihinde de, dışarda da benzer olamaz.
  • شمس جان کاو خارج آمد از اثیر ** نبودش در ذهن و در خارج نظیر
  • Nerede tasavvurda onun sığacağı bir yer ki misli tasvir edilebilsin!
  • در تصور ذات او را گنج کو ** تا در آید در تصور مثل او
  • Şemseddin’in sözü gelince dördüncü kat göğün güneşi başını çekti, gizlendi.
  • چون حدیث روی شمس الدین رسید ** شمس چارم آسمان سر در کشید
  • Onun adı anılınca ihsanlarından bir remzi anlatmak vacip oldu.
  • واجب آید چون که آمد نام او ** شرح کردن رمزی از انعام او
  • Can, şu anda eteğimi çekiyor. Yusuf’un gömleğinden koku almış! 125
  • این نفس جان دامنم بر تافته ست ** بوی پیراهان یوسف یافته ست‌‌
  • “Yıllarca süren sohbet hakkı için o güzel hallerden tekrar bir hali söyle, anlat.
  • از برای حق صحبت سالها ** باز گو حالی از آن خوش حالها
  • Ki yer, gök gülsün, sevinsin. Akıl, ruh ve göz de yüz derece daha fazla sevince, neşeye dalsın” (diyor).
  • تا زمین و آسمان خندان شود ** عقل و روح و دیده صد چندان شود
  • “Beni külfete sokma, çünkü ben şimdi yokluktayım. Zihnim durakladı, onu övmekten âcizim.
  • لا تکلفنی فإنی فی الفنا ** کلت أفهامی فلا أحصی ثنا
  • Ayık olmayan kişinin her söylediği söz -dilerse tekellüfe düşsün, dilerse haddinden fazla zarafet satmaya kalkışsın- yaraşır söz değildir.
  • کل شی‌‌ء قاله غیر المفیق ** إن تکلف أو تصلف لا یلیق‌‌
  • Eşi bulunmayan o sevgilinin vasfına dair ne söyleyeyim ki bir damarım bile ayık değil! 130
  • من چه گویم یک رگم هشیار نیست ** شرح آن یاری که او را یار نیست‌‌