English    Türkçe    فارسی   

2
1104-1128

  • Hâlbuki halk, makam ve derece için aşağılıklara katlanır, bayağı hallere düşer, yücelik ümidiyle horluktan lezzet alır, hoşlanır!
  • از پی طاق و طرم خواری کشند ** بر امید عز در خواری خوشند
  • On günlük yücelik için zilleti çekerler, gam ve gussa ile boyunlarını iğ gibi ipince bir hale korlar. 1105
  • بر امید عز ده روزه‏ی خدوک ** گردن خود کرده‏اند از غم چو دوک‏
  • Nasıl oluyor da benim bulunduğum yere, bu yücelikten aydın güneş olduğum mekâna gelmiyorlar?
  • چون نمی‏آیند اینجا که منم ** کاندر این عز آفتاب روشنم‏
  • Güneşin doğduğu yer, kapkara bir burçtur. Bizim güneşimizse doğu yerlerinden dışarıdır!
  • مشرق خورشید برج قیرگون ** آفتاب ما ز مشرقها برون‏
  • Onun doğduğu yer, zerrelerine nispetle doğu yeridir. Hâlbuki zatı ne doğar, ne dolunur!
  • مشرق او نسبت ذرات او ** نه بر آمد نه فرو شد ذات او
  • Onun arta kalan zerreleri olan bizler de iki cihanda gölgesiz bir güneşiz.
  • ما که واپس ماند ذرات وی‏ایم ** در دو عالم آفتابی بی‏فی‏ایم‏
  • Ne şaşılacak şey! Böyle olduğu halde yine Şems’in etrafında dönüp dolaşmaktayım. Buna sebep de yine Şems’in ışığı, aydınlığı! 1110
  • باز گرد شمس می‏گردم عجب ** هم ز فر شمس باشد این سبب‏
  • Şems, hem sebepleri, vesileleri meydana getirmede, hem de sebepler, vesileler ona erişememekte!
  • شمس باشد بر سببها مطلع ** هم از او حبل سببها منقطع‏
  • Yüz binlerce defa ümidimi kestim. Kimden mi? Şems’ten. Buna inanır mısınız?
  • صد هزاران بار ببریدم امید ** از که از شمس این شما باور کنید
  • Ben güneşten ümidimi keseyim, balık suya sabretsin! Bu sözüme inanma sakın!
  • تو مرا باور مکن کز آفتاب ** صبر دارم من و یا ماهی ز آب‏
  • Ümitsizliğe düşersem ümitsizliğimde güneşin işidir, onun tecellisidir ey Hasan!
  • ور شوم نومید نومیدی من ** عین صنع آفتاب است ای حسن‏
  • Sanat, nasıl olur da sanatkârdan ayrılır? Hiç var olan, varlıktan başka bir yerde otlar mı? 1115
  • عین صنع از نفس صانع چون برد ** هیچ هست از غیر هستی چون چرد
  • Bütün varlıklar bu bahçede yayılır. İster Burak olsun, ister Arap atları, ister eşek!
  • جمله هستیها از این روضه چرند ** گر براق و تازیان ور خود خرند
  • Fakat bu hareketlerin bu denizden olduğunu görmeyen, her an yeni bir mihraba yüz çevirir.
  • و انکه گردشها از آن دریا ندید ** هر دم آرد رو به صحرایی جدید
  • O, tatlı denizden acı su içe, içe nihayet o acı su, gözünü kör etmiştir.
  • او ز بحر عذب آب شور خورد ** تا که آب شور او را کور کرد
  • Deniz “ Ey kör, benden sağ elinle su iç de gözün açılsın” der.
  • بحر می‏گوید به دست راست خور ** ز آب من ای کور تا یابی بصر
  • Burada sağ el, hüsnü zandır. Çünkü iyinin, kötünün nereden geldiğini hüsnü zan bilir. 1120
  • هست دست راست اینجا ظن راست ** کاو بداند نیک و بد را کز کجاست‏
  • Ey mızrak, seni bir döndüren var. O yüzden bazen dümdüz dikilmekte, bazen iki kat olmuş gibi eğilmektesin.
  • نیزه گردانی است ای نیزه که تو ** راست می‏گردی گهی گاهی دو تو
  • Şemsettin’in aşkıyla tırnağımız yok ki. Yoksa bu körün güzünü açardık!
  • ما ز عشق شمس دین بی‏ناخنیم ** ور نه ما آن کور را بینا کنیم‏
  • Ey Hak ziyası Hüsâmettin; sen hasetçinin gözünün körlüğüne rağmen hemen yürü, onun illetini tedavi et!
  • هان ضیاء الحق حسام الدین تو زود ** داروش کن کوری چشم حسود
  • Senin ilâcın çabucak tesir eden ululuk tutyası, eseri mutlaka görülen karanlıklar dağıtıcı bir ilâçtır.
  • توتیای کبریای تیز فعل ** داروی ظلمت کش استیز فعل‏
  • O ilâç, bir körün gözüne konsa yüzyıllık zulmeti derhal giderir. 1125
  • آن که گر بر چشم اعمی بر زند ** ظلمت صد ساله را زو بر کند
  • Hasetçiden başka bütün körleri tedavi et! Fakat seni inkâr eden hasetçiyi tedavi etmek.
  • جمله کوران را دوا کن جز حسود ** کز حسودی بر تو می‏آرد جحود
  • Hatta sana haset eden ben bile olsam, bırak, can çekişip durayım, sakın can bağışlama.
  • مر حسودت را اگر چه آن منم ** جان مده تا همچنین جان می‏کنم‏
  • Güneşe haset eden, güneşin varlığından incinen kişi yok mu?
  • آن که او باشد حسود آفتاب ** و انکه می‏رنجد ز بود آفتاب‏