English    Türkçe    فارسی   

2
2625-2649

  • Ondan nice lütuflar görmüşüz, rıza gülistanında nice dolaşmışız. 2625
  • ای بسا کز وی نوازش دیده‏ایم ** در گلستان رضا گردیده‏ایم‏
  • Başımıza rahmet elini koyar, bize de lütuf çeşmelerini izhar ederdi.
  • بر سر ما دست رحمت می‏نهاد ** چشمه‏های لطف از ما می‏گشاد
  • Ben daha çocukken, süt emiyorken beşiğimi kim salladı? O!
  • وقت طفلی‏ام که بودم شیر جو ** گاهوارم را که جنبانید او
  • Onun sütünden başka kimden süt emdim, onun tedbirinden başka beni kim yetiştirdi?
  • از که خوردم شیر غیر شیر او ** کی مرا پرورد جز تدبیر او
  • Vücuda sütle giren huyu, çıkarmaya kimin iktidarı vardır?
  • خوی کان با شیر رفت اندر وجود ** کی توان آن را ز مردم واگشود
  • Kerem denizi bir itapta, bulunsa bile, kerem kapılarını kapalı bırakır mı? 2630
  • گر عتابی کرد دریای کرم ** بسته کی گردند درهای کرم‏
  • Onun, asıl peşin ihsan ettiği para, lütuf ve vergisidir. Kahırsa, o paranın üstüne konmuş arızi bir tozdan ibarettir.
  • اصل نقدش داد و لطف و بخشش است ** قهر بر وی چون غباری از غش است‏
  • Âlemi lütfetmek için yarattı. Zerrelere, onun güneşi riayetlerde bulundu.
  • از برای لطف عالم را بساخت ** ذره‏ها را آفتاب او نواخت‏
  • Ayrılık bile, onun kahrından doğmakla berber vuslatın kadrini bilmek içindir.
  • فرقت از قهرش اگر آبستن است ** بهر قدر وصل او دانستن است‏
  • Bu suretle diler ki ayrıldığı, canın kulağını bursun, onu tedibetsin de can, vuslat günlerini bilsin.
  • تا دهد جان را فراقش گوشمال ** جان بداند قدر ایام وصال‏
  • Peygamber “Tanrı, âlemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti. 2635
  • گفت پیغمبر که حق فرموده است ** قصد من از خلق احسان بوده است‏
  • Yarattım ki benden bir fayda görsünler, balıma parmaklarını bansınlar.
  • آفریدم تا ز من سودی کنند ** تا ز شهدم دست‏آلودی کنند
  • Ben bir fayda göreyim, çıplak adamdan bir libas elde edeyim diye yaratmadım, dedi” buyurmuştur.
  • نی برای آن که تا سودی کنم ** و ز برهنه من قبایی بر کنم‏
  • Birkaç gün oldu ki beni huzurundan kovdu. Fakat yine gözüm onun güzel yüzünde.
  • چند روزی که ز پیشم رانده است ** چشم من در روی خوبش مانده است‏
  • Böyle bir yüzden bu çeşit kahra uğramak şaşılacak şey. Herkes sebeple meşgul olup durmakta.
  • کز چنان رویی چنین قهر ای عجب ** هر کسی مشغول گشته در سبب‏
  • Hâlbuki ben sebebe bakmam. Çünkü sebep sonra meydana gelen bir şeydir. Sonradan meydana gelen bir şeyin varlığına sebep olur. 2640
  • من سبب را ننگرم کان حادث است ** ز انکه حادث حادثی را باعث است‏
  • Ben ezeli lütfa bakar, sonradan meydana geleni yırtar, iki parça ederim.
  • لطف سابق را نظاره می‏کنم ** هر چه آن حادث دو پاره می‏کنم‏
  • Tutalım, Âdem’e secde etmemem hasettendi. Ama o haset de aşktan meydana geldi; inattan, inkârdan değil.
  • ترک سجده از حسد گیرم که بود ** آن حسد از عشق خیزد نز جحود
  • Her haset, şüphesiz dostluktan meydana gelir. Sevgiliyle başkaları bir arada oturunca haset baş gösterir.
  • هر حسد از دوستی خیزد یقین ** که شود با دوست غیری همنشین‏
  • Aksırana “Çok yaşa “ demek dostluktan olduğu gibi, kıskançlık da dostluğun şartıdır.
  • هست شرط دوستی غیرت پزی ** همچو شرط عطسه گفتن دیر زی‏
  • Onun oyununda bundan başka bir oyun yoktu ki? Oyna dedi, ben ne bilirim ki ona katayım? 2645
  • چون که بر نطعش جز این بازی نبود ** گفت بازی کن چه دانم در فزود
  • Bir tek oyunum vardı, oynadım, kendimi kaldırıp belâya attım.
  • آن یکی بازی که بد من باختم ** خویشتن را در بلا انداختم‏
  • Belâda da onun lezzetlerini tatmak istedim, ona mat oldum, ona mat oldum, ona mat oldum!
  • در بلا هم می‏چشم لذات او ** مات اویم مات اویم مات او
  • Ey ulu kişi, bu altı cihetli âlemde kim, kendisini altı duygu kapısından kurtarabilir ki?
  • چون رهاند خویشتن را ای سره ** هیچ کس در شش جهت از شش دره‏
  • Altının cüz’ü, nasıl olurda küllünden kurtulur? Hele keyfiyetsiz Tanrı onu eğri yaratmışsa!
  • جزو شش از کل شش چون وارهد ** خاصه که بی‏چون مر او را کژ نهد