English    Türkçe    فارسی   

2
381-405

  • Ey Allah, sen verenlere, ihsan edenlere fazlasıyla ver; nekes malını da telef et!
  • کای خدا تو منفقان را ده خلف ** ای خدا تو ممسکان را ده تلف‏
  • Bilhassa canını bağışlayan, kendisini Allah’a kurban eden,
  • خاصه آن منفق که جان انفاق کرد ** حلق خود قربانی خلاق کرد
  • İsmail gibi boynunu veren kişiye fazlasıyla ver! “Hiç o boyna bıçak işler mi?
  • حلق پیش آورد اسماعیل‏وار ** کارد بر حلقش نیارد کرد کار
  • Şehirler de bu yüzden diridirler, bu yüzden zevk ve safa içindedirler. Sen kâfir gibi yalnız kalıba bakma!
  • پس شهیدان زنده زین رویند و خوش ** تو بدان قالب بمنگر گبروش‏
  • Çünkü Allah, onlara karşılık olarak ebedi ve gamdan, mihnetten, kötülükten emin bir can vermiştir. 385
  • چون خلف دادستشان جان بقا ** جان ایمن از غم و رنج و شقا
  • Borçlu Şeyh, yıllarca bu işte bulundu, vazifesi buymuş gibi halktan borç almakta, halka vermekteydi.
  • شیخ وامی سالها این کار کرد ** می‏ستد می‏داد همچون پای مرد
  • Ölüm gününde ulu bir bey olmak için ölümüne kadar bu çeşit tohumlar ekmekteydi.
  • تخمها می‏کاشت تا روز اجل ** تا بود روز اجل میر اجل‏
  • Şeyh’in ömrü sona erip de vücudunda ölüm alâmetlerini görünce,
  • چون که عمر شیخ در آخر رسید ** در وجود خود نشان مرگ دید
  • Borçlular etrafına toplandı. Şeyh, mum gibi kendi kendisine eriyip gidiyordu.
  • وامداران گرد او بنشسته جمع ** شیخ بر خود خوش گدازان همچو شمع‏
  • Borçluların ümidi kesildi, suratları ekşidi, dertlerine dert katıldı. 390
  • وامداران گشته نومید و ترش ** درد دلها یار شد با درد شش‏
  • Şeyh, ”Şu kötü şüpheye düşenlere bak! Allah’ın dört yüz dinar altını yok mu ki?” dedi.
  • شیخ گفت این بد گمانان را نگر ** نیست حق را چار صد دینار زر
  • Bu sırada dışardan bir çocuk, birkaç para kazanmak ümidiyle “Helva” diye bağırdı.
  • کودکی حلوا ز بیرون بانگ زد ** لاف حلوا بر امید دانگ زد
  • Şeyh, hizmetçiye, ”Git helvanın hepsini al,
  • شیخ اشارت کرد خادم را به سر ** که برو آن جمله حلوا را بخر
  • Borçlular yesinler de bir müddetçik olsun bana acı acı bakmasınlar” diye başıyla işaret etti.
  • تا غریمان چون که آن حلوا خورند ** یک زمانی تلخ در من ننگرند
  • Hizmetçi, helvanın hepsini almak üzere hemen dışarı çıktı. 395
  • در زمان خادم برون آمد به در ** تا خرد او جمله حلوا ز ان پسر
  • Helvacıya ,”Bu helvanın hepsi kaça?” diye sordu. Çocuk “Yarım küsur dinar” dedi.
  • گفت او را جمله‏ی حلوا به چند ** گفت کودک نیم دیناری و اند
  • Hizmetçi,”Yoo, Sofilerden çok isteme. Sana yarım dinar veriyorum artık söylenme!” dedi.
  • گفت نه از صوفیان افزون مجو ** نیم دینارت دهم دیگر مگو
  • Helvayı bir tabağa koydurdu ve tabağı getirip Şeyh’in önüne koydu. Sır sahibi Şeyh’in esrarına bak!
  • او طبق بنهاد اندر پیش شیخ ** تو ببین اسرار سر اندیش شیخ‏
  • Borçlulara ,”Buyurun, şu mübarek helvayı helâlinden bir güzelce yiyin” iye işaret etti.
  • کرد اشارت با غریمان کین نوال ** نک تبرک خوش خورید این را حلال‏
  • Tabak boşalınca, çocuk tabağını aldı, ”Ey kâmil kişi, paramı ver” dedi. 400
  • چون طبق خالی شد آن کودک ستد ** گفت دینارم بده ای با خرد
  • Şeyh dedi ki: “Parayı nerden bulayım? Ben borçlu bir adamım,aynı zamanda ölüyorum!”
  • شیخ گفتا از کجا آرم درم ** وام دارم می‏روم سوی عدم‏
  • Çocuk derdinden tabağı yere vurdu, feryat ve figana başladı.
  • کودک از غم زد طبق را بر زمین ** ناله و گریه بر آورد و حنین‏
  • Eleminden hayhayla ağlamaya koyuldu, ”Keşke iki ayağım da kırılaydı,
  • می‏گریست از غبن کودک های های ** کای مرا بشکسته بودی هر دو پای‏
  • Keşke külhana gideydim de tekkenin kapısından geçmez olaydım” diyordu.
  • کاشکی من گرد گلخن گشتمی ** بر در این خانقه نگذشتمی‏
  • Boğazına düşkün, yemeye alışkın sofiler, köpek gönüllüdürler, fakat kedi gibi yüzlerini yıkarklar, temiz görünürler. 405
  • صوفیان طبل خوار لقمه جو ** سگ دلان و همچو گربه روی شو