English    Türkçe    فارسی   

2
406-430

  • Çocuğun feryadından hırlı, hırsız birçok kişi başına toplandı.
  • از غریو کودک آن جا خیر و شر ** گرد آمد گشت بر کودک حشر
  • Çocuk, ”Ey kötü Şeyh, beni ustam muhakkak öldürür.
  • پیش شیخ آمد که ای شیخ درشت ** تو یقین دان که مرا استاد کشت‏
  • Eğer yanına eli boş gidersem beni keser, buna razı mısın?” diyordu.
  • گر روم من پیش او دست تهی ** او مرا بکشد اجازت می‏دهی‏
  • Borçlular da inkâra düşüp Şeyh’e yüz çevirerek “Bu ne oyun ki?
  • و آن غریمان هم به انکار و جحود ** رو به شیخ آورده کاین باری چه بود
  • Bizim malımızı yedin, borçlu gidiyorsun. Böyle olduğu halde neden başka bir zulümde daha bulundun?” diyorlardı. 410
  • مال ما خوردی مظالم می‏بری ** از چه بود این ظلم دیگر بر سری‏
  • Çocuk ikindi namazı vaktine kadar ağladı.Şeyh’e gelince,gözlerini yummuş,ona hiç bakmıyordu.
  • تا نماز دیگر آن کودک گریست ** شیخ دیده بست و در وی ننگریست‏
  • Bu cefaya, bu aykırı işe aldırış etmemekteydi. Ay gibi yüzünü yorganın içine çekmişti.
  • شیخ فارغ از جفا و از خلاف ** در کشیده روی چون مه در لحاف‏
  • Ezelle hoş, ecelle sevinçli, havas ve acamın kınamasından, dedikodusundan el ayak çekmiş!
  • با ازل خوش با اجل خوش شاد کام ** فارغ از تشنیع و گفت خاص و عام‏
  • Can, bir adamın yüzüne gülerse, ona halkın ekşi suratlı oluşundan ne zarar.
  • آن که جان در روی او خندد چو قند ** از ترش رویی خلقش چه گزند
  • Can birisini öperse, felekten, feleğin hışmından gam yer mi? 415
  • آن که جان بوسه دهد بر چشم او ** کی خورد غم از فلک وز خشم او
  • Mehtaplı gecede ay, Simâk burcundayken köpeklerden, köpeklerin havlamasından ne korkusu olur?
  • در شب مهتاب مه را بر سماک ** از سگان و عوعو ایشان چه باک‏
  • Köpek vazifesini yerine getirir, ay da ışığını yere döşeyip durur.
  • سگ وظیفه‏ی خود به جا می‏آورد ** مه وظیفه‏ی خود به رخ می‏گسترد
  • Herkes kendi işceğizini görür. Su, bir çöp için durulduğunu terk etmez.
  • کارک خود می‏گزارد هر کسی ** آب نگذارد صفا بهر خسی‏
  • Çöp, çöpçesine su üstünde yürür durur, sâf su da bulanmadan akıp gider.
  • خس خسانه می‏رود بر روی آب ** آب صافی می‏رود بی‏اضطراب‏
  • Mustafa, gece yarısı ayı ikiye böler; Ebulehep, kininden saçma sapan söylenir! 420
  • مصطفی مه می‏شکافد نیم شب ** ژاژ می‏خاید ز کینه بو لهب‏
  • İsa ölüyü diriltir; Yahudi, hiddetinden sakalını yolar.
  • آن مسیحا مرده زنده می‏کند ** و آن جهود از خشم سبلت می‏کند
  • Köpeğin sesi ayın kulağına girer mi? Hele o ay, Allah hası olursa..
  • بانگ سگ هرگز رسد در گوش ماه ** خاصه ماهی کاو بود خاص اله‏
  • Padişah, sabaha kadar musiki âlemi yapar, su kenarında şarap içer, kurbağaların seslerinden haberi bile olmaz.
  • می‏خورد شه بر لب جو تا سحر ** در سماع از بانگ چغزان بی‏خبر
  • Çocuğun parası, orada bulunanlara müsaviyen takdim edilseydi herkese birkaç akçe düşerdi, çocuk da parasını alırdı. Fakat Şeyh’in himmeti bu cömertliği de bağladı.
  • هم شدی توزیع کودک دانگ چند ** همت شیخ آن سخا را کرد بند
  • Bu suretle kimse çocuğa bir şey vermedi. Pirlerin kuvveti bundan da fazladır. 425
  • تا کسی ندهد به کودک هیچ چیز ** قوت پیران از این بیش است نیز
  • İkindi vakti oldu. Hizmetçi, Hatem gibi cömert birisinin verdiği bir tabak altını getirdi.
  • شد نماز دیگر آمد خادمی ** یک طبق بر کف ز پیش حاتمی‏
  • Mal sahibi halli bir kişi, Şeyh’in halini biliyordu, ona hediye göndermişti.
  • صاحب مالی و حالی پیش پیر ** هدیه بفرستاد کز وی بد خبیر
  • Tabağın bir köşesinde dört yüz dinar vardı, bir tarafında da kâğıda sarılı yarım dinar.
  • چار صد دینار بر گوشه‏ی طبق ** نیم دینار دگر اندر ورق‏
  • Hizmetçi gelip Şeyh’i ağırladı, o misli bulunmaz Şeyh’in önüne o tabağı koydu.
  • خادم آمد شیخ را اکرام کرد ** و آن طبق بنهاد پیش شیخ فرد
  • Tabağın üstünden örtü kaldırılınca halk Şeyh’in kerametini gördü. 430
  • چون طبق را از غطا واکرد رو ** خلق دیدند آن کرامت را از او