English    Türkçe    فارسی   

2
745-769

  • Halis altın kalp akçaya bir ziya, bir parıltı vermiştir. Fakat ayar olmadıkça zan ile altını seçmeye kalkışma. 745
  • پرتوی بر قلب زد خالص ببین ** بی‏محک زر را مکن از ظن گزین‏
  • Ayarın varsa altın seç, yoksa yürü, kendini bilen bir kişiye teslim et.
  • گر محک داری گزین کن ور نه رو ** نزد دانا خویشتن را کن گرو
  • Yahut da ruhundan mihenk olmalı. Bilmiyorsan yapayalnız yola düşüp ilerleme.
  • یا محک باید میان جان خویش ** ور ندانی ره مرو تنها تو پیش‏
  • Yolda gulyabaniler vardır, sesleri bildik sesine seni mahvetmeğe çeken tanıdık sesine benzer.
  • بانگ غولان هست بانگ آشنا ** آشنایی که کشد سوی فنا
  • “Ey kervan halkı, buraya gelin; işte yol, iz buracıkta” diye bağırırlar.
  • بانگ می‏دارد که هان ای کاروان ** سوی من آیید نک راه و نشان‏
  • Gulyabani kervan halkını yok etmek, onları da yok olanlara katmak için birer, birer adlarıyla çağırır. 750
  • نام هر یک می‏برد غول ای فلان ** تا کند آن خواجه را از آفلان‏
  • Çağrılan kişi, oraya varınca bir de bakar ki karşısında kurt, aslan. Ömrü zayi olmuş, yol uzun, gün de geçiyor.!
  • چون رسد آن جا ببیند گرگ و شیر ** عمر ضایع راه دور و روز دیر
  • Ey iyi huylu kişi, gulyabani sesi nasıldır? “Mal isterim, mevki isterim, şeref, isterim!” işte böyle.
  • چون بود آن بانگ غول آخر بگو ** مال خواهم جاه خواهم و آبرو
  • İçimden bu sesleri menet de sırlar keşfedilsin.
  • از درون خویش این آوازها ** منع کن تا کشف گردد رازها
  • Allah’ı an da gulyabanilerin seslerini mahvet. Nergis gibi olan gözünü bu gergese karşı kapa.
  • ذکر حق کن بانگ غولان را بسوز ** چشم نرگس را از این کرکس بدوز
  • Subhu sadıkı, subhu kâzipten, şarabın rengini kadehin renginden ayırt et ki. 755
  • صبح کاذب را ز صادق واشناس ** رنگ می را باز دان از رنگ کاس‏
  • Bu sabır ve sebatla şu yedi renkli zahiri gözden başka bir göz elde edersin.
  • تا بود کز دیده‏گان هفت رنگ ** دیده‏ای پیدا کند صبر و درنگ‏
  • O gözle bu renklerden başka renkler, taşlar yerine mücevherler görürsün.
  • رنگها بینی بجز این رنگها ** گوهران بینی به جای سنگها
  • Hatta gevher nedir ki? Sen, kendin bir deniz olur, göklerde seyreden bir güneş kesilirsin.
  • گوهر چه بلکه دریایی شوی ** آفتاب چرخ پیمایی شوی‏
  • İş sahibi, iş yurdunda gizlidir. Yürü, onu ancak iş yurdunda apaçık görürsün.
  • کار کن در کارگه باشد نهان ** تو برو در کارگه بینش عیان‏
  • Mademki iş, sahibine bir hicap olmuştur? Şu halde onu işinden başka bir yerde göremezsin. 760
  • کار چون بر کار کن پرده تنید ** خارج آن کار نتوانیش دید
  • Mademki iş yurdu; iş sahibinin mekânıdır, dışarıda kalan gafildir.
  • کارگه چون جای باش عامل است ** آن که بیرون است از وی غافل است‏
  • O halde iş yurduna, yani yokluğa gel ki sanatı da sanatkârı da bir arada göresin.
  • پس در آ در کارگه یعنی عدم ** تا ببینی صنع و صانع را بهم‏
  • Mademki iş yurdu; apaçık görüş yeridir, tabii iş yurdundan dışarısı da hicap mahallidir.
  • کارگه چون جای روشن دیده‏گی است ** پس برون کارگه پوشیدگی است‏
  • İnatçı Firavun, varlığa yüz tuttu çünkü onun yerini görmüyordu.
  • رو به هستی داشت فرعون عنود ** لاجرم از کارگاهش کور بود
  • Hulâsa kaderi değiştirmek istiyor, kazayı savuşturmak arzusunda bulunuyordu. 765
  • لاجرم می‏خواست تبدیل قدر ** تا قضا را باز گرداند ز در
  • Kaza da o hileciye bıyık altından kıs, kıs gülmekteydi.
  • خود قضا بر سبلت آن حیله‏مند ** زیر لب می‏کرد هر دم ریش‏خند
  • O, Allah’ın hükmünü, Allah’ın takdirini bozmak için yüz binlerce çocuk öldürttü.
  • صد هزاران طفل کشت او بی‏گناه ** تا بگردد حکم و تقدیر اله‏
  • Bu suretle Musa Peygamber’in zuhuruna mâni olmak istiyordu, boyuna binlerce zulüm aldı, binlerce kana girdi.
  • تا که موسای نبی ناید برون ** کرد در گردن هزاران ظلم و خون‏
  • O kadar kan döktü ama Musa, yine doğdu ve onu kahretmek için hazırlandı,
  • آن همه خون کرد و موسی زاده شد ** و ز برای قهر او آماده شد