English    Türkçe    فارسی   

2
840-864

  • Bu söz, çok misal ister, çok şerh ve izah ister. Fakat avamın anlayışı sürçer diye korkuyorum. 840
  • بس مثال و شرح خواهد این کلام ** لیک ترسم تا نلغزد وهم عام‏
  • Bu suretle iyiliğimiz kötülük olmasın. İyilik yapıyoruz diye kötülükte bulunmayalım, bu söylediğim de ancak kendimde olmadığından, ihtiyarım elimde bulunmadığından.
  • تا نگردد نیکویی ما بدی ** اینکه گفتم هم نبد جز بی‏خودی‏
  • Çarpık ayağa çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun eli ancak kapıya varır.
  • پای کج را کفش کج بهتر بود ** مر گدا را دستگه بر در بود
  • Padişahın, yeni aldığı iki köleyi sınaması
  • امتحان پادشاه به آن دو غلام که نو خریده بود
  • Bir padişah ucuza iki köle satın aldı. Onlardan birisiyle bir iki söz konuştu.
  • پادشاهی دو غلام ارزان خرید ** با یکی ز آن دو سخن گفت و شنید
  • Köleyi anlayışlı, zeki ve tatlı sözlü buldu. Zaten şeker gibi dudaktan ancak şeker şerbeti zuhur eder.
  • یافتش زیرک دل و شیرین جواب ** از لب شکر چه زاید شکر آب‏
  • Âdemoğlu dilinin altında gizlidir. Bu dil, can kapısına perdedir. 845
  • آدمی مخفی است در زیر زبان ** این زبان پرده است بر درگاه جان‏
  • Bir rüzgâr esti de kapıyı kaldırdı mı evin içinde ne varsa görürüz.
  • چون که بادی پرده را در هم کشید ** سر صحن خانه شد بر ما پدید
  • O evde inci mi var, buğday mı; altın hazinesi mi var, yoksa yılan ve akreplerle mi dolu?
  • کاندر آن خانه گهر یا گندم است ** گنج زر یا جمله مار و کژدم است‏
  • Yoksa içerde hazinemi var da kapısında yılan beklemekte? Çünkü altın hazinesi bekçisiz olmaz.
  • یا در او گنج است و ماری بر کران ** ز انکه نبود گنج زر بی‏پاسبان‏
  • Köle, düşünmeden öyle söz söylemekteydi ki başkaları beş yüz defa düşünür de ancak öyle bir söz söyleyebilir.
  • بی‏تامل او سخن گفتی چنان ** کز پس پانصد تامل دیگران‏
  • Sanki içinde deniz var, deniz de baştanbaşa söyleyen incilerle dolu… 850
  • گفتی اندر باطنش دریاستی ** جمله دریا گوهر گویاستی‏
  • Ondan parlayan her incinin nuru, Hak ile bâtılı ayırır.
  • نور هر گوهر کز او تابان شدی ** حق و باطل را از او فرقان شدی‏
  • Kuran’ın nuru da Hak ile bâtılı zerre, zerre fark eder, bize gösterir.
  • نور فرقان فرق کردی بهر ما ** ذره ذره حق و باطل را جدا
  • O incinin nuru, gözümüzün nuru olsaydı suali de biz sorardık, cevabı da biz verirdik.
  • نور گوهر نور چشم ما شدی ** هم سؤال و هم جواب از ما بدی‏
  • Gözünü eğrilttin de onun için ayı iki gördün. İşte bu bakış, şüpheye düşüp sual sormaya benzer.
  • چشم کژ کردی دو دیدی قرص ماه ** چون سؤال است این نظر در اشتباه‏
  • Gözünü doğrult da aya öyle bak ki tek göresin. İşte cevabı da bu! 855
  • راست گردان چشم را در ماهتاب ** تا یکی بینی تو مه را نک جواب‏
  • Düşünceni doğrult, iyi bak. Çünkü düşünce de o incinin pırıltılarındandır.
  • فکرتت که کژ مبین نیکو نگر ** هست آن فکرت شعاع آن گهر
  • Kulaktan gönle doğan her cevaba göz; onu bırak, cevabı benden duy der.
  • هر جوابی کان ز گوش آید به دل ** چشم گفت از من شنو آن را بهل‏
  • Kulak vasıtadır, vuslata erense göz; Göz hâl sahibidir, kulaksa dedikoduda!
  • گوش دلاله ست و چشم اهل وصال ** چشم صاحب حال و گوش اصحاب قال‏
  • Kulağın duygusu sıfatları tebdil eder, hâlbuki gözlerin apaçık görgüsü, mahiyetleri bile değiştirir.
  • در شنود گوش تبدیل صفات ** در عیان دیدها تبدیل ذات‏
  • Ateşin varlığını sözle bildin, bu varlığa sözle yakîn hâsıl ettinse pişmeyi iste, sözde kalma. 860
  • ز آتش ار علمت یقین شد از سخن ** پختگی جو در یقین منزل مکن‏
  • Yanmadıkça o bilgi, Aynel Yakîn değildir. Bu yakîn’i istiyorsan ateşe dal.
  • تا نسوزی نیست آن عین الیقین ** این یقین خواهی در آتش در نشین‏
  • Kulak, hakikate nüfuz ederse göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır, gönle tesir etmez.
  • گوش چون نافذ بود دیده شود ** ور نه قل در گوش پیچیده شود
  • Bu sözün sonu gelmez. Geri dön de padişah o kölelere ne yaptı, onu anlat!
  • این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا که شه با آن غلامانش چه کرد
  • Padişahın o kölelerden birini bir yere yollayıp öbüründen bazı şeyler sorması
  • به راه کردن شاه یکی را از آن دو غلام و از این دیگر پرسیدن
  • Padişah o köleciği zeki görünce öbürüne “Beri gel” diye emretti.
  • آن غلامک را چو دید اهل ذکا ** آن دگر را کرد اشارت که بیا