English    Türkçe    فارسی   

3
1760-1784

  • Bu ruh zerrelerini bir araya toplayan, sana hayat kabiliyetini veren güneş, gıda vasıtasıyla olmaksızın da varlığının zerrelerini toplayıp bir araya getirmeyi bilir. 1760
  • جامع این ذره‌ها خورشید بود ** بی غذا اجزات را داند ربود
  • Uykudan uyanınca senden gitmiş olan akıl ve duyguyu yine sana iade eder.
  • آن زمانی که در آیی تو ز خواب ** هوش و حس رفته را خواند شتاب
  • Buna bak da ölünce de bil ki onlar kaybolmaz, Allah geri gel diye ferman etti mi gelirler.
  • تا بدانی کان ازو غایب نشد ** باز آید چون بفرماید که عد
  • Uzeyr Aleyhisselâm’ın merkebinin cüc’ülerinin çürüdükden sonra Allah izniyle bir araya gelip Uzeyr’in gözünün önünde dirilmesi
  • اجتماع اجزای خر عزیر علیه السلام بعد از پوسیدن باذن الله و درهم مرکب شدن پیش چشم عزیر علیه السلام
  • Allah dedi ki. “Uzeyr, eşeğine bir iyice bak. Çürümüş etleri dökülmüş…
  • هین عزیرا در نگر اندر خرت ** که بپوسیدست و ریزیده برت
  • Onun cüz’ülerini gözünün önünde bir araya getirecek, başını, kuyruğunu, kulaklarını, ayaklarını düzüp koşacağım.
  • پیش تو گرد آوریم اجزاش را ** آن سر و دم و دو گوش و پاش را
  • Görünürde bir el olmadığı halde bütün cüz’üleri bir araya getiren, cesedin parçalarını bir yere toplayan benim. 1765
  • دست نه و جزو برهم می‌نهد ** پاره‌ها را اجتماعی می‌دهد
  • Şu yama yamama sanatına bak hele. Eski palasları iğnesiz dikip durmada
  • در نگر در صنعت پاره‌زنی ** کو همی‌دوزد کهن بی سوزنی
  • Diktiği sıralarda ne ip var, ne iğne. Fakat öyle bir diker ki ortada terzi bile görünmez.
  • ریسمان و سوزنی نه وقت خرز ** آنچنان دوزد که پیدا نیست درز
  • Gözünü aç da haşri apaşikâr gör… Kıyamette hiçbir şüphen kalmasın.
  • چشم بگشا حشر را پیدا ببین ** تا نماند شبهه‌ات در یوم دین
  • Varlık zerrelerini nasıl tamamıyla topluyorum, gör de ölürken bu hayata sarılıp titreme.
  • تا ببینی جامعی‌ام را تمام ** تا نلرزی وقت مردن ز اهتمام
  • Uyurken bedeninin duygularının mahvolmayacağından eminsin ya. 1770
  • همچنانک وقت خفتن آمنی ** از فوات جمله حسهای تنی
  • Uykun geldi mi duyguların dağılır, harap bir hale gelir ama mahvolacaklar diye korkup titremezsin”
  • بر حواس خود نلرزی وقت خواب ** گرچه می‌گردد پریشان و خراب
  • Bir şeyhin, oğullarının ölümüne ağlaması
  • جزع ناکردن شیخی بر مرگ فرزندان خود
  • Bundan önce yol gösteren bir şeyh vardı. Yeryüzünde adeta göğe mensup bir çırağdı.
  • بود شیخی رهنمایی پیش ازین ** آسمانی شمع بر روی زمین
  • Ümmetler içinde peygambere benzer, halka cennet bahçelerinin kapılarını açardı.
  • چون پیمبر درمیان امتان ** در گشای روضه‌ی دار الجنان
  • Peygamber, “İleri giden şeyh, kavminin arasında peygambere benzer” dedi.
  • گفت پیغامبر که شیخ رفته پیش ** چون نبی باشد میان قوم خویش
  • Bir sabah evindekiler ona dediler ki: “A güzel huylu, nasıl da yüreğin katı, neden böylesin sen, 1775
  • یک صباحی گفتش اهل بیت او ** سخت‌دل چونی بگو ای نیک‌خو
  • Biz, senin oğullarının ölümünden iki büklüm oluyor, zarı zarı ağlıyoruz da,
  • ماز مرگ و هجر فرزندان تو ** نوحه می‌داریم با پشت دوتو
  • Sen hiç ağlamıyor, feryat etmiyorsun bile. Bu neden ki: Yoksa gönlünde merhamet mi yok.
  • تو نمی‌گریی نمی‌زاری چرا ** یا که رحمت نیست در دل ای کیا
  • Yüreğinde merhamet yoksa senden ne umabiliriz ki?
  • چون ترا رحمی نباشد در درون ** پس چه اومیدست‌مان از تو کنون
  • Ey ulumuz, rehberimiz, kıyamette bizi bırakmaz diyoruz, ümidimiz sende.
  • ما به ا اومید تویم ای پیشوا ** که بسنگذاری تو مارا در فنا
  • Mahşer günü tahtı bezedikleri zaman o şiddetli günde bize sen şefaat edersin diyoruz. 1780
  • چون بیارایند روز حشر تخت ** خود شفیع ما توی آن روز سخت
  • Öyle bir amansız günde senin ihsanına ümit bağlamışız.
  • درچنان روز و شب بی‌زینهار ** ما به اکرام تویم اومیدوار
  • Hiçbir mücrime aman verilmeyen o gün el bizim, etek senin!
  • دست ما و دامن تست آن زمان ** که نماند هیچ مجرم را امان
  • Peygamber, “Kıyamet günü suçluları ağlar, inler bir halde nasıl terk ederiz?
  • گفت پیغامبر که روز رستخیز ** کی گذارم مجرمان را اشک‌ریز
  • Ben o gün canla başla onların suçlarını affettirir, onlara şefaat eder, onları ağır işkencelerden kurtarırım.
  • من شفیع عاصیان باشم بجان ** تا رهانمشان ز اشکنجه‌ی گران