- Her şeyi bilen, hiçbir işten gafil olmayan o ulu padişah. 1870
- آن خبیری که نشد غافل ز کار ** آن گرامی پادشاه و کردگار
- O tek Allah, gece çırağı gibi gözlerimin nurunu ihsan etmekte”
- باز بخشد بینشم آن شاه فرد ** در زمان همچون چراغ شبنورد
- Allah, ne alırsa ona karşılık ihsanda bulunur. Velî bu sebeple Allah’a itiraz etmez.
- زین سبب نبود ولی را اعتراض ** هرچه بستاند فرستد اعتیاض
- Bağını mı yaktı? Sana bir bağ dolusu üzüm ihsan eder; yas içinde neşe verir.
- گر بسوزد باغت انگورت دهد ** در میان ماتمی سورت دهد
- O elsiz çolağa da el verir, gamlara maden olan kişiye neşeli, sarhoş bir gönül bağışlar.
- آن شل بیدست را دستی دهد ** کان غمها را دل مستی دهد
- Kaybettiğimiz şey büyük ve değerli bir şey bile olsa mademki bize karşılık olarak ihsanlarda bulunuyor, şu halde itiraz etmemize imkân yok. 1875
- لا نسلم و اعتراض از ما برفت ** چون عوض میآید از مفقود زفت
- Ortada ateş olmadığı halde bana hararet verdikten, beni ısıttıktan sonra ateşimi söndürse de razıyım.
- چونک بی آتش مرا گرمی رسد ** راضیم گر آتشش ما را کشد
- Mademki mumsuz da aydınlık vermekte, mumun sönüşüne neye feryat ediyorsun?
- بی چراغی چون دهد او روشنی ** گر چراغت شد چه افغان میکنی
- Bazı veliler, Allah hükümlerine razı olurlar Yarabbi, bu hükmü çevir diye niyaz etmezler
- صفت بعضی اولیا کی راضیاند باحکام و لابه نکنند کی این حکم را بگردان
- Şimdi, dünyada hiç itiraz etmeyen yolcuların hallerini işit.
- بشنو اکنون قصهی آن رهروان ** که ندارند اعتراضی در جهان
- Velîlerden dua edenler, gâh diken, gâh sökenler var. Bunlar başka.
- ز اولیا اهل دعا خود دیگرند ** که همیدوزند و گاهی میدرند
- Bir de velilerden öylelerini tanırım ki ağızları yumulmuştur, hiç dua etmezler. 1880
- قوم دیگر میشناسم ز اولیا ** که دهانشان بسته باشد از دعا
- O, ulular, Allah hükümlerine razı olmuşlardır, takdirin def’ine çalışmak onlara haramdır.
- از رضا که هست رام آن کرام ** جستن دفع قضاشان شد حرام
- Bunlar, kaza ve kaderde hususi bir zevk bulurlar, bundan kurtulmayı dilemek onlarca küfürdür.
- در قضا ذوقی همیبینند خاص ** کفرشان آید طلب کردن خلاص
- Allah bunların gönlüne öyle bir hüsnü zan vermiştir ki derde düşüp hiç yaslanmazlar, gök renkli yas elbisesi giymezler.
- حسن ظنی بر دل ایشان گشود ** که نپوشند از عمی جامهی کبود
- Behlûl’ün dervişe sual sorması
- سال کردن بهلول آن درویش را
- Behlül, dervişin birine “Derviş, nasılsın? Anlat bakalım?” dedi.
- گفت بهلول آن یکی درویش را ** چونی ای درویش واقف کن مرا
- Derviş, Dünyadaki işler daima bir adamın dilediği gibi olur; 1885
- گفت چون باشد کسی که جاودان ** بر مراد او رود کار جهان
- Seller, ırmaklar muradınca akar, yıldızlar hükmünce hükmeder;
- سیل و جوها بر مراد او روند ** اختران زان سان که خواهد آن شوند
- Hayatla ölüm, ona çavuş olur, emrine uyup dilediği yere gider.
- زندگی و مرگ سرهنگان او ** بر مراد او روانه کو بکو
- Nereye dilerse baş sağlığı haberi yollar, nereye dilerse kutlu olsun derse…
- هر کجا خواهد فرستد تعزیت ** هر کجا خواهد ببخشد تهنیت
- Yolcuların hepsi, onu izler, yolda kalanlar onun tuzağına tutulursa…
- سالکان راه هم بر گام او ** ماندگان از راه هم در دام او
- Onun fermanı, onun rızası olmadıkça âlemde hiçbir ağız gülmezse bu adamın hali nasıldır? İşte o haldeyim ben” dedi. 1890
- هیچ دندانی نخندد در جهان ** بی رضا و امر آن فرمانروان
- Behlûl, padişahım doğru söyledin. Bu hale sahip olduğun nurundan da belli, yüzünden de görünüp durmakta.
- گفت ای شه راست گفتی همچنین ** در فر و سیمای تو پیداست این
- Böylesin, hatta yüz mislisin... Doğru ama bunu bir güzelce anlat.
- این و صد چندینی ای صادق ولیک ** شرح کن این را بیان کن نیک نیک
- Öyle bir anlat ki duyunca fazilet sahibi de kabul etsin, bir şeyden anlamaz adam da.
- آنچنانک فاضل و مرد فضول ** چون به گوش او رسد آرد قبول
- Herkesin aklının ereceği, fikrinin anlayacağı bir tarzda anlat.
- آنچنانش شرح کن اندر کلام ** که از آن هم بهره یابد عقل عام