- Ev dar. Ruh bu daracık evde eli, ayağı çarpılmış gibi iki büklüm. O evi, padişahların sarayları genişletmek, mamur bir hale koymak için yıkar. 3555
- خانهی تنگ و درون جان چنگلوک ** کرد ویران تا کند قصر ملوک
- Ben de ana rahminde iki büklüm oldum. Dokuz ay doldu, artık buradan göçmem gerek!
- چنگلوکم چون جنین اندر رحم ** نهمهه گشتم شد این نقلان مهم
- Anamı doğum ağrısı tutmasa bu zindanda ateş içinde kalırım.
- گر نباشد درد زه بر مادرم ** من درین زندان میان آذرم
- Bir anaya benzeyen tabiatın da kuzu, koyundan doğsun diye ağrıya düşüyor, bu ağrı, doğum yolunu açıyor.
- مادر طبعم ز درد مرگ خویش ** میکند ره تا رهد بره ز میش
- Ey tabiat, rahmini aç… Kuzu büyüdü, çıksın da o yemyeşil ovada yayılsın, otlasın artık!
- تا چرد آن بره در صحرای سبز ** هین رحم بگشا که گشت این بره گبز
- Doğum ağrısı, gebeye bir derttir ama çocuk için zindanın yıkılması gibidir. 3560
- درد زه گر رنج آبستان بود ** بر جنین اشکستن زندان بود
- Gebe, ne yapayım, nereye sığınayım? Diye ağlar… Çocuk kurtuluş vakti geldi diye güler!
- حامله گریان ز زه کاین المناص ** و آن جنین خندان که پیش آمد خلاص
- Göğün altındaki analar (ateş, yel, su, toprak) la cansız şeyler, canlı mahlûklar, nebatlar. Hulâsa ne varsa,
- هرچه زیر چرخ هستند امهات ** از جماد و از بهیمه وز نبات
- Hepsi, birbirlerinin derdinden gafildir. Yalnız bilen ve kemale sahip olan kişiler, bunların dertlerini bilir.
- هر یکی از درد غیری غافل اند ** جز کسانی که نبیه و کاملاند
- Kösenin, başkalarının evinde olanları bildiği kadar kabasakal, kendi evindekini bilemez.
- آنچ کوسه داند از خانهی کسان ** بلمه از خانه خودش کی داند آن
- Amca, sen, kendi halini bilmezsin… Fakat gönül sahibi yok mu? Senin halini o bilir işte! 3565
- آنچ صاحبدل بداند حال تو ** تو ز حال خود ندانی ای عمو
- Gaflet, dert, tembellik ve gönül karanlığı gibi ne varsa hepsi de yere mensup ve aşağılık bir şey olan tenden ileri gelir
- بیان آنک هرچه غفلت و غم و کاهلی و تاریکیست همه از تنست کی ارضی است و سفلی
- Gaflet, tenden ileri gelir. Ten, ruh oldu mu artık şüphesiz bir halde bütün sırları görür.
- غفلت از تن بود چون تن روح شد ** بیند او اسرار را بی هیچ بد
- Gök boşluğundan yeryüzü kalktı mı ne benim için gece ne gölge kalır, ne senin için.
- چون زمین برخاست از جو فلک ** نه شب و نه سایه باشد نه دلک
- Nerede bir gölge, gece yahut gölgelik varsa yerdendir; göklerden aydan değil!
- هر کجا سایهست و شب یا سایگه ** از زمین باشد نه از افلاک و مه
- Duman, kıvılcımlar saçan ateşten meydana gelmez, daima odundan meydana gelir.
- دود پیوسته هم از هیزم بود ** نه ز آتشهای مستنجم بود
- Vehim, hataya düşer, yanılabilir. Fakat akıl, mutlaka isabet eder, yanılmaz. 3570
- وهم افتد در خطا و در غلط ** عقل باشد در اصابتها فقط
- Her ağırlık, her yorgunluk, tenin muktezasıdır. Cansa hafifliği yüzünden uçup durur.
- هر گرانی و کسل خود از تنست ** جان ز خفت جمله در پریدنست
- Kırmızı beniz kanın çokluğundandır, sarı yüz safranın oynamasındandır.
- روی سرخ از غلبه خونها بود ** روی زرد از جنبش صفرا بود
- Ak beniz, balgamın kuvvetindendir, sevdadan da beniz kararır.
- رو سپید از قوت بلغم بود ** باشد از سودا که رو ادهم بود
- Hakikatte eserleri halk eden odur. Fakat kışırda kalan, yalnız zahiri gören, ancak sebepleri görebilir!
- در حقیقت خالق آثار اوست ** لیک جز علت نبیند اهل پوست
- Derilerden ayrı olmayan, sebeplerden kurtulmamış olan akıl, ne illetlerden kurtulur, ne doktordan fayda görür! 3575
- مغز کو از پوستها آواره نیست ** از طبیب و علت او را چاره نیست
- Âdemoğlu, ikinci defa doğdu mu ayağını sebeplerin başına kor.
- چون دوم بار آدمیزاده بزاد ** پای خود بر فرق علتها نهاد
- Artık, onun dini illet-i ûlâ değildir. Cüz’i illet de ona bir zarar veremez.
- علت اولی نباشد دین او ** علت جزوی ندارد کین او
- O, doğruluk geliniyle ufuklarda uçup durur; sureti de ona ancak bir duvaktır.
- میپرد چون آفتاب اندر افق ** با عروس صدق و صورت چون تتق
- Hatta ufuktan da dışarıdadır, göklerden de. Ruhlar ve akıllar gibi mekânız bir âlemdedir.
- بلک بیرون از افق وز چرخها ** بی مکان باشد چو ارواح و نهی