English    Türkçe    فارسی   

3
3599-3623

  • Ululuk denizinin dibindeki balıklara deniz, sihri helâl öğretmiştir.
  • ماهیان قعر دریای جلال ** بحرشان آموخته سحر حلال
  • Olmayacak şey, onların himmetiyle olur. Pis, oraya vardı mı tertemiz olur, kutlu bir hale girer. 3600
  • بس محال از تاب ایشان حال شد ** نحس آنجا رفت و نیکوفال شد
  • Bu sözü kıyamete kadar söylesem, bu bahsi kıyamete kadar uzatsam bitmez… Yüzlerce kıyamet kopar, geçer de yine bu bahis tamamlanmaz.
  • تا قیامت گر بگویم زین کلام ** صد قیامت بگذرد وین ناتمام
  • Şeyhin dilinden hikmetler coşunca müritlerle dinleyenlerin takınmaları lâzım olan edep ve terbiye
  • آداب المستمعین والمریدین عند فیض الحکمة من لسان الشیخ
  • Bu sözlerim, insanlara bir tekrarlamadır, ama bence tekrarlanan, tazelenip uzayan bir ömürdür.
  • بر ملولان این مکرر کردنست ** نزد من عمر مکرر بردنست
  • Mum, birbiri üstüne çıkan kıvılcımlarla yanar, alevlenir. Toprak, birbiri üstüne vuran ziyalarla altın haline gelir, parlar.
  • شمع از برق مکرر بر شود ** خاک از تاب مکرر زر شود
  • Binlerce istekli olsa da bir de usanan kişi bulunsa elçi, elçilik yapmak istemez, gönlü soğur.
  • گر هزاران طالب‌اند و یک ملول ** از رسالت باز می‌ماند رسول
  • Bu sır söyleyen gönül elçileri, İsrafil huylu dinleyici isterler. 3605
  • این رسولان ضمیر رازگو ** مستمع خواهند اسرافیل‌خو
  • Padişahlar gibi azamet sahibidir bunlar. Cihan halkından kulluk isterler.
  • نخوتی دارند و کبری چون شهان ** چاکری خواهند از اهل جهان
  • Huzurlarında edebe riayet etmedikçe elçiliklerinden nasıl faydalanabilirsin?
  • تا ادبهاشان بجاگه ناوری ** از رسالتشان چگونه بر خوری
  • Önlerinde iki büklüm eğilmedikçe o emaneti sana verirler mi hiç?
  • کی رسانند آن امانت را بتو ** تا نباشی پیششان راکع دوتو
  • Onlarca öyle her edep, her terbiye de beğenilmez. Çünkü onlar, ulu bir tapıdan gelmişlerdir.
  • هر ادبشان کی همی‌آید پسند ** کامدند ایشان ز ایوان بلند
  • Onlar yoksul değiller ki ettiğin hizmetlere karşı teşekkür etsinler, minnet altında kalsınlar a müzevir! 3610
  • نه گدایانند کز هر خدمتی ** از تو دارند ای مزور منتی
  • Fakat ey gönül, bunca rağbetsizliğie rağmen sen yine padişahın sadakasını saç, esirgeme!
  • لیک با بی‌رغبتیها ای ضمیر ** صدقه‌ی سلطان بیفشان وا مگیر
  • Ey gökyüzünün elçisi, sen usananlara bakma, atını sıçratadur, oynatadur!
  • اسپ خود را ای رسول آسمان ** در ملولان منگر و اندر جهان
  • Ne mutludur ki o Türk ki savaşa girişir, dayanır da atını ateşler dolu hendeğe bile sürer, ateşler dolu hendekten bile sıçratır…
  • فرخ آن ترکی که استیزه نهد ** اسپش اندر خندق آتش جهد
  • Atını öyle sürer, öyle şahlandırır ki gökyüzüne çıkmaya kalkışır.
  • گرم گرداند فرس را آنچنان ** که کند آهنگ اوج آسمان
  • Ne kimseyi görür, ne kimsenin hasedine bakar. Her şeyden gözünü yummuştur; ateş gibi kuruyu da yakmıştır, yaşı da. 3615
  • چشم را از غیر و غیرت دوخته ** همچو آتش خشک و تر را سوخته
  • Yaptığı işten bir pişmanlık duyar ve bu pişmanlık ona bir ayıp olursa o, önce pişmanlığa ateş salar, yakıp yandırır.
  • گر پشیمانی برو عیبی کند ** آتش اول در پشیمانی زند
  • Zaten adam, bir işte ayak diredi mi hiç yoktan pişmanlık meydana gelmez ki!
  • خود پشیمانی نروید از عدم ** چون ببیند گرمی صاحب‌قدم
  • Her hayvanın, düşmanının kokusunu duyup çekinmesi, kendisinden çekinilmeye, kaçmaya, karşı koymaya imkân bulunmayan birisiyle düşmanlığa kalkışan adamın ziyankârlığı
  • شناختن هر حیوانی بوی عدو خود را و حذر کردن و بطالت و خسارت آنکس کی عدو کسی بود کی ازو حذر ممکن نیست و فرار ممکن نی و مقابله ممکن نی
  • At, aslanın sesini de tanır, kokusunu da duyar. Hayvandır ama düşmanını bilmemesi, duymaması pek nadirdir.
  • اسپ داند بانگ و بوی شیر را ** گر چه حیوانست الا نادرا
  • Hatta zaten yalnız at değil, her hayvan, düşmanını, nişanından, eserinden tanır, bilir.
  • بل عدو خویش را هر جانور ** خود بداند از نشان و از اثر
  • Yarasacık gündüz uçamaz, hırsızlar gibi geceleyin çıkar, yayılır. 3620
  • روز خفاشک نیارد بر پرید ** شب برون آمد چو دزدان و چرید
  • Hayvanlardan hepsinden daha mahrum hayvan yarasadır. Meydanda ki güneşin düşmanıdır o.
  • از همه محروم‌تر خفاش بود ** که عدو آفتاب فاش بود
  • Fakat ne ben senin düşmanınım diye güneşe karşı koyabilir, ne nefretiyle onu uzaklaştırabilir!
  • نه تواند در مصافش زخم خورد ** نه بنفرین تاندش مهجور کرد
  • Güneş, yarasanın derdine, kahrına bakıp yüzünü döndürse, gizlense bu,
  • آفتابی که بگرداند قفاش ** از برای غصه و قهر خفاش