- Karaltısına baksana, kurdun ta kendisi. Şeklinden de kurt olduğu anlaşılıp duruyor” dediyse de, 655
- اندرو اشکال گرگی ظاهرست ** شکل او از گرگی او مخبرست
- Köylü, “Hayır. Yellendi ya... Tanıdım ben. Onun yellenmesini suyu şaraptan nasıl ayırt edersem öyle ayırt eder, anlarım.
- گفت نه بادی که جست از فرج وی ** میشناسم همچنانک آبی ز می
- Çayırlıkta benim sıpamı vurdun, öldürdün. Dilerim, neşe yüzü görmeyesin” dedi.
- کشتهای خرکرهام را در ریاض ** که مبادت بسط هرگز ز انقباض
- Şehirli, “İyi, bak… Vakit gece. İnsan, geceleyin iyi göremez.
- گفت نیکوتر تفحص کن شبست ** شخصها در شب ز ناظر محجبست
- Gece ekseriye adamı yanıltır, başka şeyler gösterir. Herkes geceleyin gördüğünü fark edemez.
- شب غلط بنماید و مبدل بسی ** دید صایب شب ندارد هر کسی
- Hele bu gece hem karanlık, hem bulut var, hem şiddetli yağmur yağmada. Bu üç karanlık, adamı pek yanıltır.” dedi ama 660
- هم شب و هم ابر و هم باران ژرف ** این سه تاریکی غلط آرد شگرف
- Köylü “Hayır. Bu bana gün gibi aşikâr. Tanırım ben, bu yellenme, benim eşeğimin sıpasının yellenmesi.
- گفت آن بر من چو روز روشنست ** میشناسم باد خرکرهی منست
- Yolcu, azığı nasıl tanırsa ben de yüz yel arasında bile o yeli tanırım” deyince,
- در میان بیست باد آن باد را ** میشناسم چون مسافر زاد را
- Şehirli dayanamadı, sıçrayıp köylünün yakasına yapıştı.
- خواجه بر جست و بیامد ناشکفت ** روستایی را گریبانش گرفت
- Dedi ki: “A hilebaz sersem, a bunak mendebur, sen hem afyon yutmuş, hem esrar içmişsin.
- کابله طرار شید آوردهای ** بنگ و افیون هر دو با هم خوردهای
- Bu üç karanlık içinde eşeğin yellenmesini tanıyorsun da beni nasıl tanımıyorsun be hey avare! 665
- در سه تاریکی شناسی باد خر ** چون ندانی مر مرا ای خیرهسر
- Gece yarısı eşek sıpasını tanıyan adam, güpegündüz dostunu nasıl tanımaz?
- آنک داند نیمشب گوساله را ** چون نداند همره دهساله را
- Kendini dalgın ve arif gösteriyor da mürüvvetin, vefanın gözüne toprak serpiyorsun.
- خویشتن را عارف و واله کنی ** خاک در چشم مروت میزنی
- Benim kendimden bile haberim yok, gönlüme Allah’tan başka hiçbir şey sığmıyor ki.
- که مرا از خویش هم آگاه نیست ** در دلم گنجای جز الله نیست
- Dün yediğim bile aklımda değil. Bu gönül, hayretten başka bir şeyden neşelenmiyor diye kendini müstağrak gösteriyorsun ama
- آنچ دی خوردم از آنم یاد نیست ** این دل از غیر تحیر شاد نیست
- Asıl akıllı, fakat Allah mecnunu benim, bunu hatırında tut da şu kendimde olmayışımı mazur gör. 670
- عاقل و مجنون حقم یاد آر ** در چنین بیخویشیم معذور دار
- Bir insan, şer’an murdar olan hurma şarabı içse kendinde değilse şeriat, onu mazur tutar.
- آنک مرداری خورد یعنی نبید ** شرع او را سوی معذوران کشید
- Sarhoş ve esrarkeşin karı boşaması ve bir şey satması, makbul ve muteber değildir. O, çocuğa benzer, yaptığı affedilir, hürdür, serbesttir.
- مست و بنگی را طلاق و بیع نیست ** همچو طفلست او معاف و معتقیست
- Asıl tek padişah olan Allah’tan gelen sarhoşluksa insana yüz küpün şarabından ziyade tesir eder, yüz küpün şarabından ziyade adamın aklını alır.
- مستیی کید ز بوی شاه فرد ** صد خم می در سر و مغز آن نکرد
- Haydi yürü artık böyle adama nasıl teklif olabilir ki? At düştü, elsiz, ayaksız bir hâle geldi.
- پس برو تکلیف چون باشد روا ** اسب ساقط گشت و شد بی دست و پا
- Âlemde eşek sıpasına kim yük yükler? Ebumerre’ye kim Farsça okutabilir? 675
- بار کی نهد در جهان خرکره را ** درس کی دهد پارسی بومره را
- At topallamaya başladı mı, üstündeki yükü alırlar. Çünkü Allah “ Köre teklif yok” dedi.
- بار بر گیرند چون آمد عرج ** گفت حق لیس علی الاعمی حرج
- Ben de kendime karşı kör, fakat Allah’ı görür oldum. Şu halde azdan da affedilmişim, çoktan da!
- سوی خود اعمی شدم از حق بصیر ** پس معافم از قلیل و از کثیر
- Hâlbuki sen, dervişlikten dem vuruyorsun, kendinde olmadığını söylüyorsun, ebedî sarhoşlar gibi hayhuylarda bulunuyor, naralar atıyorsun.
- لاف درویشی زنی و بیخودی ** های هوی مستیان ایزدی
- Yeri gökten fark etmiyorum diyorsun ama Allah gayreti seni bir sınadı ki!
- که زمین را من ندانم ز آسمان ** امتحانت کرد غیرت امتحان