English    Türkçe    فارسی   

4
372-396

  • Akıllı kişi, hiç değerli bir inciyi abdes hane de sidik gölcüğüne atar mı?
  • هیچ عاقل افکند در ثمین ** در میان مستراحی پر چمین
  • Anlayışlı hâkim bile buğdayı saman ambarına göndermez.
  • زانک گندم را حکیم آگهی ** هیچ نفرستد به انبار کهی
  • Mürit, önden giden, kılavuz olan şeyhi sınamaya kalkışırsa eşektir.
  • شیخ را که پیشوا و رهبرست ** گر مریدی امتحان کرد او خرست
  • Din yolunda onu sınamaya kalkıştın mı a hakikatten haberi olmayan, sen sınanmış olursun... 375
  • امتحانش گر کنی در راه دین ** هم تو گردی ممتحن ای بی‌یقین
  • Senin cüretin, senin bilgisizliğin çırçıplak olur, âleme yayılır... Yoksa o, bu araştırmayla nereden anlaşılır; nasıl meydana çıkar?
  • جرات و جهلت شود عریان و فاش ** او برهنه کی شود زان افتتاش
  • A yiğidim, bir zerre, kalkar da dağı tartmağa girişirse terazisi parçalanır gider!
  • گر بیاید ذره سنجد کوه را ** بر درد زان که ترازوش ای فتی
  • Onlarda kendi akıllarınca bir terazi düzenler de Allah erini o teraziyle tartmağa kalkarlar!
  • کز قیاس خود ترازو می‌تند ** مرد حق را در ترازو می‌کند
  • Hâlbuki o, akıl terazisine bile sığmaz... Akıl terazisini bile kırar, parçalar!
  • چون نگنجد او به میزان خرد ** پس ترازوی خرد را بر درد
  • Onu sınamak, ona emrine göre hükmetmek gibidir... Öyle bir padişaha buyruk buyurtmaya kalkışma sakın! 380
  • امتحان هم‌چون تصرف دان درو ** تو تصرف بر چنان شاهی مجو
  • Hiç ressamlar, öyle bir ressamı sınayabilir, öyle bir ressama hüküm yürütebilir mi?
  • چه تصرف کرد خواهد نقشها ** بر چنان نقاش بهر ابتلا
  • Eğer ressama bir sınama belirdiyse, ressam bir sınama bilgisine sahip olsaydı onu da çizen yine o ressam değil midir?
  • امتحانی گر بدانست و بدید ** نی که هم نقاش آن بر وی کشید
  • Artık o ressamın bilgisindeki suretlere nazaran bu ressamın çizdiği suret nedir ki?
  • چه قدر باشد خود این صورت که بست ** پیش صورتها که در علم ویست
  • Sana bir sınama vesvesesi geldi mi onu kötü talih bil... Gelip çatmış, boynunu vurmuştur!
  • وسوسه‌ی این امتحان چون آمدت ** بخت بد دان کمد و گردن زدت
  • Böyle bir vesveseye uğradın mı çabucacık Allah’a dön secdeye var... 385
  • چون چنین وسواس دیدی زود زود ** با خدا گرد و در آ اندر سجود
  • Secde yerini gözyaşlarınla ısla... Ey Allah, beni bu şüpheden kurtar de!
  • سجده گه را تر کن از اشک روان ** کای خدا تو وا رهانم زین گمان
  • Sınamayı diledin mi işte o zaman din mescidin keçiboynuzuyla dolu demektir!
  • آن زمان کت امتحان مطلوب شد ** مسجد دین تو پر خروب شد
  • Mescid-i Aksa ve keçiboynuzu, Davut aleyhisselâm’ın, Süleyman aleyhisselâm’dan önce o mescidi yapmaya niyetlenmesi
  • قصه‌ی مسجد اقصی و خروب و عزم کردن داود علیه‌السلام پیش از سلیمان علیه‌السلام بر بنای آن مسجد
  • Davut iyiden iyi taşla Mescid-i Aksâ’yı yapmaya niyetlendi, bu niyetle daraldı, bu işe girişmeyi iyice kurdu.
  • چون درآمد عزم داودی به تنگ ** که بسازد مسجد اقصی به سنگ
  • Allah, “Bu işten vazgeç... Bu mescidi sen yapamazsın.
  • وحی کردش حق که ترک این بخوان ** که ز دستت برنیاید این مکان
  • Ey seçilmiş kişi, Mescid-i Aksâ’yı senin yapmanı biz takdir etmedik” diye kendisine vahiy etti. 390
  • نیست در تقدیر ما آنک تو این ** مسجد اقصی بر آری ای گزین
  • Davut “Ey sırları bilen Allah, suçum nedir? Neden mescidi yapma diyorsun bana?” dedi.
  • گفت جرمم چیست ای دانای راز ** که مرا گویی که مسجد را مساز
  • Allah dedi ki: “Suçsuzsun, suçun yok ama kanlara girmişsin... Mazlumların kanlarını boynuna almışsın!
  • گفت بی‌جرمی تو خونها کرده‌ای ** خون مظلومان بگردن برده‌ای
  • Senin sesinden sayısız halk can verdi; sayısız halk, ona av oldu!
  • که ز آواز تو خلقی بی‌شمار ** جان بدادند و شدند آن را شکار
  • Sesin bir hayli kana girmiş, canlar yakan güzel nağmelerin bir hayli adamı canından etmiştir!”
  • خون بسی رفتست بر آواز تو ** بر صدای خوب جان‌پرداز تو
  • Davut dedi ki: “Senin mağlûbundum, senin sarhoşundum... Elim, senin kuvvet ve kudretinle bağlıydı. 395
  • گفت مغلوب تو بودم مست تو ** دست من بر بسته بود از دست تو
  • Padişah mağlûp olana acınmaz mı? Mağlûp, âdeta yok demek değil midir?
  • نه که هر مغلوب شه مرحوم بود ** نه که المغلوب کالمعدوم بود