English    Türkçe    فارسی   

5
1536-1560

  • Bizlik benlik kaydına düşen gönüller, onların sözlerine karşı taştan da katı bir hal alırlar.
  • آنچنان دلها که بدشان ما و من  ** نعتشان شدت بل اشد قسوة 
  • Tanrı vergisiyle Tanrı kudreti, halk vergisinde olduğu gibi kabiliyete muhtaç değildir. Çünkü vergi önsüzdür, kabiliyet sonradan meydana gelme. Vermek, Tanrı sıfatıdır, kabiliyet yaratılmışın sıfatı. Evveli olmayan, sonradan meydana gelen şeye bağlı değildir. Bağlı olduğu farz edilirse sonradan meydana gelmenin imkansız olması lazım gelir.
  • بیان آنک عطای حق و قدرت موقوف قابلیت نیست هم‌چون داد خلقان کی آن را قابلیت باید زیرا عطا قدیم است و قابلیت حادث عطا صفت حق است و قابلیت صفت مخلوق و قدیم موقوف حادث نباشد و اگر نه حدوث محال باشد 
  • Bu gönlün ıslah olmasına çare, insanı halden hale döndüren Tanrının ihsan ve lütfudur. Onun vergisine de kabiliyet şart değildir.
  • چاره‌ی آن دل عطای مبدلیست  ** داد او را قابلیت شرط نیست 
  • Belki kabiliyete sahip oluşa şart, onun lütuf ve ihsanda bulunmasıdır. Tanrı vergisi içtir, kabiliyet, deri.
  • بلک شرط قابلیت داد اوست  ** داد لب و قابلیت هست پوست 
  • Şunu görsene: Musa’nın sopası ejderha olmada, avucu güneş gibi parlamada.
  • اینک موسی را عصا ثعبان شود  ** هم‌چو خورشیدی کفش رخشان شود 
  • Peygamberlerin aklımıza fikrimize sığmayan yüz binlerce mucizeleri, 1540
  • صد هزاران معجزات انبیا  ** که آن نگنجد در ضمیر و عقل ما 
  • Sebeplerden olmamıştır, Tanrı yaratması ile olmuştur. Yoklara kabiliyet nereden geliyor?
  • نیست از اسباب تصریف خداست  ** نیستها را قابلیت از کجاست 
  • Kabiliyet, Tanrı işinde şart olsaydı hiçbir yok varlık alemine gelmezdi.
  • قابلی گر شرط فعل حق بدی  ** هیچ معدومی به هستی نامدی 
  • Arayanlar için bu gök perdenin altında bir adettir koydu, sebepler ve yollar yarattı.
  • سنتی بنهاد و اسباب و طرق  ** طالبان را زیر این ازرق تتق 
  • Olan şeylerin pek çoğu o adete göre olagelir. Fakat bazı da olur ki kudret, o adeti yırtar, kaldırır.
  • بیشتر احوال بر سنت رود  ** گاه قدرت خارق سنت شود 
  • Hoşluk ve tatlılıkla adet, yol yordam koydu ama sonra da o adeti, o yolu yordamı yırttı, adına mucize dendi. 1545
  • سنت و عادت نهاده با مزه  ** باز کرده خرق عادت معجزه 
  • Sebepsiz olarak bize yücelik gelmez. Gelmez ama kudret, sebebi kaldırmada aciz değil.
  • بی‌سبب گر عز به ما موصول نیست  ** قدرت از عزل سبب معزول نیست 
  • Ey sebebe kapılan, sebepten dışarı uçma. Fakat sebebi yaratanı da abes sanmaya kalkışma.
  • ای گرفتار سبب بیرون مپر  ** لیک عزل آن مسبب ظن مبر 
  • Sebebi yaratan Tanrı, ne dilerse yapar. Mutlak olan kudret, sebepleri de yırtar, ortadan kaldırır.
  • هر چه خواهد آن مسبب آورد  ** قدرت مطلق سببها بر درد 
  • Fakat arayan muradına erişsin diye çok defa, yaptığı işleri sebeple yapar, sebeple yaratır.
  • لیک اغلب بر سبب راند نفاذ  ** تا بداند طالبی جستن مراد 
  • Sebep olmasa mürit nasıl yol arasın? Şu halde yolda sebeplerin görünmesi lazımdır. 1550
  • چون سبب نبود چه ره جوید مرید  ** پس سبب در راه می‌باید بدید 
  • Bu sebepler, görüşlere perdedir. Çünkü her göz, onun sanatını görmeye layık değildir.
  • این سببها بر نظرها پرده‌هاست  ** که نه هر دیدار صنعش را سزاست 
  • Sebebi yırtacak bir göz gerek ki perdeleri kökünden çekip çıkarsın.
  • دیده‌ای باید سبب سوراخ کن  ** تا حجب را بر کند از بیخ و بن 
  • Bu suretle de mekansızlık yurdunda sebepleri yaratanı görsün, çalışmayı, kazancı dükkânı saçma ve beyhude saysın.
  • تا مسبب بیند اندر لامکان  ** هرزه داند جهد و اکساب و دکان 
  • Her hayır ve şer, sebebini yaratandan gelir. Babacığım sebep ve vasıtalar.
  • از مسبب می‌رسد هر خیر و شر  ** نیست اسباب و وسایط ای پدر 
  • Bir zamancağız gaflet devri yürüyüp gitsin diye ana yolun üstünde toplanmış bir hayalden başka bir şey değildir. 1555
  • جز خیالی منعقد بر شاه‌راه  ** تا بماند دور غفلت چند گاه 
  • Adem aleyhisselam'ın bedeni, ilk yaratılırken Tanrının Cebrail aleyhisselam'a "Yürü, şu yeryüzünden bir avuç toprak al", bir rivayete göre de "Her yerden avuç avuç toprak al"diye emretmesi
  • در ابتدای خلقت جسم آدم علیه‌السلام کی جبرئیل علیه‌السلام را اشارت کرد کی برو از زمین مشتی خاک برگیر و به روایتی از هر نواحی مشت مشت بر گیر 
  • Sanat sahibi Tanrı, hayra, şerre uğramak, sınamak üzere Adem’i yaratmak istediği zaman,
  • چونک صانع خواست ایجاد بشر  ** از برای ابتلای خیر و شر 
  • Özü doğru Cebrail’e “Yürü, yeryüzünden bir avuç toprak ödünç al” buyurdu.
  • جبرئیل صدق را فرمود رو  ** مشت خاکی از زمین بستان گرو 
  • Cebrail hizmete bel bağlayıp alemlerin rabbinin emrini yerine getirmek üzere yeryüzüne geldi.
  • او میان بست و بیامد تا زمین  ** تا گزارد امر رب‌العالمین 
  • O, buyruk kulu, yere el attı. Toprak, kendini çekti, çekindi.
  • دست سوی خاک برد آن متمر  ** خاک خود را در کشید و شد حذر 
  • Dile gelip yalvarmaya, tek yaratıcı hürmetine beni bırak, yürü git, canımı bağışla. O yürük atinin yularını çek benden. 1560
  • پس زبان بگشاد خاک و لابه کرد  ** کز برای حرمت خلاق فرد