English    Türkçe    فارسی   

5
2858-2882

  • Sabah olunca yazı, yine yeşermiştir. Yeşillik, çayır, çimen, tâ bele kadar büyümüştür.
  • چون برآید صبح گردد سبز دشت  ** تا میان رسته قصیل سبز و کشت 
  • Okuz, öküz açlığına tutulmuştur, akşama kadar bütün yazıyı baştanbaşa otlar, bitirir.
  • اندر افتد گاو با جوع البقر  ** تا به شب آن را چرد او سر به سر 
  • Yine büyür, semirir, şişer. Bedeni yağanır, güçlü kuvvetli bir hale gelir. 2860
  • باز زفت و فربه و لمتر شود  ** آن تنش از پیه و قوت پر شود 
  • Derken akşam oldu mu açlık korkusuna düşer, bu korkuyla titremeye başlar, yine korkusundan zayıflar.
  • باز شب اندر تب افتد از فزع  ** تا شود لاغر ز خوف منتجع 
  • Yarın yayım zamanı ne yiyeceğim, ne edeceğim? diye düşünür durur. Yıllardır, o öküz bu haldedir işte.
  • که چه خواهم خورد فردا وقت خور  ** سالها اینست کار آن بقر 
  • Bunca yıldır bu yeşilliği otlar, bu çimenlikte yayılırım.
  • هیچ نندیشد که چندین سال من  ** می‌خورم زین سبزه‌زار و زین چمن 
  • Hiçbir gün rızkım azalmadı. Bu korku nedir, bu gönlümü yakıp yandıran gam nedir diye düşünmez bile.
  • هیچ روزی کم نیامد روزیم  ** چیست این ترس و غم و دلسوزیم 
  • Akşam oldu, gece bastı mi o semiz öküz, eyvahlar olsun, rızkım bitti diye diye yine zayıflar. 2865
  • باز چون شب می‌شود آن گاو زفت  ** می‌شود لاغر که آوه رزق رفت 
  • İşte nefis, o öküzdür, yazı da dünya. Nefis ekmek korkusu ile daima zayıflar durur.
  • نفس آن گاوست و آن دشت این جهان  ** کو همی لاغر شود از خوف نان 
  • Gelecek zamanlarda ne yiyeceğim? Yarının rızkını nasıl ve nerde elde edeceğim kaydına düşer.
  • که چه خواهم خورد مستقبل عجب  ** لوت فردا از کجا سازم طلب 
  • Yıllardır yedin, yiyeceğin eksilmedi. Artık biraz da gelecek düşüncesini bırak da geçmişe bak.
  • سالها خوردی و کم نامد ز خور  ** ترک مستقبل کن و ماضی نگر 
  • Yediğin rızıkları hatırına getir, geleceğe bakma da az sızlan!;
  • لوت و پوت خورده را هم یاد آر  ** منگر اندر غابر و کم باش زار 
  • Aslanın eteği avlaması, çalınıp çabalarken susaması, tu içmek üzere kaynağa gitmesi, gelince-yedek tilkinin, hayvanın en güzel yerleri olan ciğerini, yüreğini ve böbreklerini yemesi. Aslan gelince eşeğin yüreğini ve ciğerini görmeyerek nerde bunun yüreğiyle ciğeri? diye sorması. Tilkinin, onda yürek ve ciğer olsaydı o gün o korkunç hali gördükten ve binlerce hileyle canını kurtardıktan sonra tekrar buraya gelir miydi? demesi. Tanrı da "Kâfirler, duysaydık, yahut aklımız olsaydı cehennemlik olmazdık derler" buyurmuştur.
  • صید کردن شیر آن خر را و تشنه شدن شیر از کوشش رفت به چشمه تا آب خورد تا باز آمدن شیر جگربند و دل و گرده را روباه خورده بود کی لطیفترست شیر طلب کرد دل و جگر نیافت از روبه پرسید کی کو دل و جگر روبه گفت اگر او را دل و جگر بودی آنچنان سیاستی دیده بود آن روز و به هزار حیله جان برده کی بر تو باز آمدی لوکنا نسمع او نعقل ماکنا فی اصحاب السعیر 
  • Tilkicik, eşeği tâ aslanın yanına kadar götürdü. Aslan, eşeği paramparça etti. 2870
  • برد خر را روبهک تا پیش شیر  ** پاره‌پاره کردش آن شیر دلیر 
  • O canavarlar padişahı, bu savaşta yoruldu, susadı. Su içmek üzere kaynağa gitti.
  • تشنه شد از کوشش آن سلطان دد  ** رفت سوی چشمه تا آبی خورد 
  • Tilkiceğiz, eşeğin ciğeriyle yüreğini, fırsat bulup yedi.
  • روبهک خورد آن جگربند و دلش  ** آن زمان چون فرصتی شد حاصلش 
  • Aslan, su içip dönünce aradı, eşeğin ne ciğeri vardı, ne yüreği!
  • شیر چون وا گشت از چشمه به خور  ** جست در خر دل نه دل بد نه جگر 
  • Tilkiye ciğeri nerde, yüreği ne oldu? dedi. Canavar, hayvanın bu iki uzvunu pek sever.
  • گفت روبه را جگر کو دل چه شد  ** که نباشد جانور را زین دو بد 
  • Tilki dedi ki: Onda yürek, yahut ciğer olsaydı hiçbir kere daha buraya gelir miydi? 2875
  • گفت گر بودی ورا دل یا جگر  ** کی بدینجا آمدی بار دگر 
  • O kıyameti görmüş, o dağdan düşmeyi seyretmiş, o korkuyu tatmış, güçlükle kaçmıştı.
  • آن قیامت دیده بود و رستخیز  ** وآن ز کوه افتادن و هول و گریز 
  • Ciğeri, yahut yüreği olsaydı tekrar senin yanına gelir miydi?
  • گر جگر بودی ورا یا دل بدی  ** بار دیگر کی بر تو آمدی 
  • Bir gönülde gönül nuru olmadı mı o gönül, gönül değildir. Bir bedende ruh yoksa o beden, topraktan ibarettir.
  • چون نباشد نور دل دل نیست آن  ** چون نباشد روح جز گل نیست آن 
  • Bir kandilde can nuru yoksa sidikten, pislikten İbarettir. O sırçaya kandil deme artık.
  • آن زجاجی کو ندارد نور جان  ** بول و قاروره‌ست قندیلش مخوان 
  • O sırça, o kap, halkın yapısıdır ama kandilin nuru, ululuk ıssı Tanrı'nın ihsanıdır. 2880
  • نور مصباحست داد ذوالجلال  ** صنعت خلقست آن شیشه و سفال 
  • Hâsılı sayı ve çokluk kaplardadır, alevlerdeyse ancak birlik vardır.
  • لاجرم در ظرف باشد اعتداد  ** در لهبها نبود الا اتحاد 
  • Bir yere altı tane kandil kosalar nurlarında sayı ve çokluk olmaz.
  • نور شش قندیل چون آمیختند  ** نیست اندر نورشان اعداد و چند