English    Türkçe    فارسی   

5
3927-3951

  • Ebedî kalmayacak mülkü, gönül, bir rüya bil!
  • مملکت کان می‌نماند جاودان  ** ای دلت خفته تو آن را خواب دان 
  • Cellat gibi boğazına yapışan debdebeyi, şan ve şöhreti ne yapacaksın ki?
  • تا چه خواهی کرد آن باد و بروت  ** که بگیرد هم‌چو جلادی گلوت 
  • Bil ki bu âlemde de bir emniyet bucağı vardır. Yalnız münafıkın sözünü az duy, çünkü o söz, zaten söz değildir.
  • هم درین عالم بدان که مامنیست  ** از منافق کم شنو کو گفت نیست 
  • Ahîreti inkâr edenlerin delilleri ve biz bu âlemden başka âlem görmüyoruz sözünden ibaret olan o delillerin zayıflığı
  • حجت منکران آخرت و بیان ضعف آن حجت زیرا حجت ایشان به دین باز می‌گردد کی غیر این نمی‌بینیم 
  • Ahireti inkâr edenin delili, her an ancak şudur: Eğer başka bir âlem olsaydı onu görürdük. 3930
  • حجتش اینست گوید هر دمی  ** گر بدی چیزی دگر هم دیدمی 
  • Bir çocuk, aklın eserlerini görmüyor diye akıllı adam, akla ait şeyleri nakletmez mi ki?
  • گر نبیند کودکی احوال عقل  ** عاقلی هرگز کند از عقل نقل 
  • Akıllı bir adam da aşk ahvalini görmezse aşkın kutlu ayı eksilmez ya!
  • ور نبیند عاقلی احوال عشق  ** کم نگردد ماه نیکوفال عشق 
  • Yusuf'un güzelliğini kardeşlerinin gözleri görmedi. Fakat Yakub'un gözünden gizli kalmadı ki.
  • حسن یوسف دیده‌ی اخوان ندید  ** از دل یعقوب کی شد ناپدید 
  • Musa'nın gözü, asayı bir sopadan ibaret gördü ama gayb gözü de onu bir yılan, bir kıyamet gördü.
  • مر عصا را چشم موسی چوب دید  ** چشم غیبی افعی و آشوب دید 
  • Baş göziyle can gözü savaştaydı, can gözü, üstün geldi, delil gösterdi 3935
  • چشم سر با چشم سر در جنگ بود  ** غالب آمد چشم سر حجت نمود 
  • Musa'nın gözü, elini el gördü ama can gözüne karşı o elden bit nurdur parladı.
  • چشم موسی دست خود را دست دید  ** پیش چشم غیب نوری بد پدید 
  • Bu söz, kemal bakımından sonsuzdur. Hakikatten haberi olmıyan mahrumlara hayal görünür.
  • این سخن پایان ندارد در کمال  ** پیش هر محروم باشد چون خیال 
  • Çünkü onca hakikat, ferçten ve boğazdan ibarettir. Onun yanında sevgilinin sırlarını az söyle.
  • چون حقیقت پیش او فرج و گلوست  ** کم بیان کن پیش او اسرار دوست 
  • Bizce fere, ve boğaz hayaldir. Bunun için de can, her an cemalini bize gösterir.
  • پیش ما فرج و گلو باشد خیال  ** لاجرم هر دم نماید جان جمال 
  • Kim ferç ve boğazına düşmüş, bu düşkünlüğünü kendisine âdet ve huy edinmişse ona denecek söz, ancak "Sizin dininiz sizin, benimki benim" sözünden ibarettir. 3940
  • هر که را فرج و گلو آیین و خوست  ** آن لکم دین ولی دین بهر اوست 
  • Böyle bir inkâra karşı sözü kısa kes. Ey Ahmet, eski kâfirle az konuş!
  • با چنان انکار کوته کن سخن  ** احمدا کم گوی با گبر کهن 
  • Halifenin, buluşmak üzere o güzelin yanına gelmesi
  • آمدن خلیفه نزد آن خوب‌روی برای جماع 
  • Halife buluşmayı diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti.
  • آن خلیفه کرد رای اجتماع  ** سوی آن زن رفت از بهر جماع 
  • Onu andı, aletini kaldırdı. O cana canlar katan, o sevgisini gittikçe artıran güzelle buluşmaya niyetlendi.
  • ذکر او کرد و ذکر بر پای کرد  ** قصد خفت و خیز مهرافزای کرد 
  • Kadının ayakları arasına oturdu. Oturdu ama takdir, zevkinin yolunu bağladı.
  • چون میان پای آن خاتون نشست  ** پس قضا آمد ره عیشش ببست 
  • Farenin catırdısı kulağına değdi. Aleti indi, uyudu, şehveti tamamiyle kaçtı. 3945
  • خشت و خشت موش در گوشش رسید  ** خفت کیرش شهوتش کلی رمید 
  • Bu ıslık, yılan ıslığı olmasın, çünkü hasır kuvvetle oynamakta dedi.
  • وهم آن کز مار باشد این صریر  ** که همی‌جنبد بتندی از حصیر 
  • Cariyeciğin, Halifenin şehvetinin zayıflığını görüp o beyin kuvvetini hatırına getirerek gülmeye başlaması ve Halifenin bu gülüşten bir şey anlaması
  • خنده گرفتن آن کنیزک را از ضعف شهوت خلیفه و قوت شهوت آن امیر و فهم کردن خلیفه از خنده‌ی کنیزک 
  • Cariye, Halifenin gevşekliğini görünce kahkahalarla gülmtğe başladı.
  • زن بدید آن سستی او از شگفت  ** آمد اندر قهقهه خنده‌ش گرفت 
  • O erin, aslanı öldürüp geldiği halde hâlâ aletinin inmediğini hatırladı.
  • یادش آمد مردی آن پهلوان  ** که بکشت او شیر و اندامش چنان 
  • Kahkahası arttıkça arttı, uzadıkça uzadı. Kendini tutmaya çalışıyordu ama bir türlü dudaklarını kapatamıyordu ki.
  • غالب آمد خنده‌ی زن شد دراز  ** جهد می‌کرد و نمی‌شد لب فراز 
  • Esrara alışık olanlar gibi boyuna gülüyordu. Kahkaha, kârına da üstün gelmişti, ziyanına da. 3950
  • سخت می‌خندید هم‌چون بنگیان  ** غالب آمد خنده بر سود و زیان 
  • Ne düşündü, aklına ne getirdiyse fayda vermedi; aklına getirdiği şeyler de gülmesini artırıyordu. Sanki bir selin bendi, birden yıkılmıştı.
  • هرچه اندیشید خنده می‌فزود  ** هم‌چو بند سیل ناگاهان گشود