English    Türkçe    فارسی   

5
3952-3976

  • Ağlayış, gülüş gönlün gamı, neşesi.. BU ki her birinin ayn bir madeni vardır.
  • گریه و خنده غم و شادی دل  ** هر یکی را معدنی دان مستقل 
  • Her birinin bir ayn mahzeni vardır ve o mahzenin anahtarı, kapalı kapılan açan Tanrı'nın elindedir.
  • هر یکی را مخزنی مفتاح آن  ** ای برادر در کف فتاح دان 
  • Bir türlü gülmesi dinmiyordu. Nihayet Halife alındı, huysuzlandı.
  • هیچ ساکن می‌نشد آن خنده زو  ** پس خلیفه طیره گشت و تندخو 
  • Hemencecik kılıcını kınından sıyırdı. Habis dedi, neden gülüyorsun? Söyle. 3955
  • زود شمشیر از غلافش بر کشید  ** گفت سر خنده واگو ای پلید 
  • Bu gülüşten gönlüme bir şüphe düştü. Hileye kalkışma, doğru söyle.
  • در دلم زین خنده ظنی اوفتاد  ** راستی گو عشوه نتوانیم داد 
  • Yalanla beni kandırmaya kalkışırsan, yahut boş bir bahane icat edersen,
  • ور خلاف راستی بفریبیم  ** یا بهانه‌ی چرب آری تو به دم 
  • Ben bunu anlarım, gönlümde bunu anlıyan bir nur vardır. Doğruyu söylemek gerek vesselam.'
  • من بدانم در دل من روشنیست  ** بایدت گفتن هر آنچ گفتنیست 
  • Bil ki padişahların gönüllerinde ulu bir ay vardır. Bazı bazı gaflet yüzünden bulut altına girer ama ehemmiyeti yok.
  • در دل شاهان تو ماهی دان سطبر  ** گرچه گه گه شد ز غفلت زیر ابر 
  • Gönülde gezip dolaşma zamanı bir ışık vardır ki hiddet ve hırs vaktinde liğen altında gizlenir. 3960
  • یک چراغی هست در دل وقت گشت  ** وقت خشم و حرص آید زیر طشت 
  • O anlayış, şimdi benim dostumdur. Söylenecek sözü söylemezsen,
  • آن فراست این زمان یار منست  ** گر نگویی آنچ حق گفتنست 
  • Bu kılıçla boynunu vururum. Bahanen hiç fayda vermez.
  • من بدین شمشیر برم گردنت  ** سود نبود خود بهانه کردنت 
  • Doğru söylersen seni azad ederim. Tanrı hakkı için neşeni kırmam.
  • ور بگویی راست آزادت کنم  ** حق یزدان نشکنم شادت کنم 
  • Yedi mushafı birbiri üstüne koyup sözünü tutacağına yemin etti.
  • هفت مصحف آن زمان برهم نهاد  ** خورد سوگند و چنین تقریر داد 
  • Cariyeceğizin kılıç korkusiyle o sırrı Halifeye açması, Halifenin doğru söyle, bu gülüşün sırrını bildir, yoksa seni öldürürüm demesi
  • فاش کردن آن کنیزک آن راز را با خلیفه از زخم شمشیر و اکراه خلیفه کی راست گو سبب این خنده را و گر نه بکشمت 
  • Cariye âciz kalınca ahvali anlattı. O yüz Zâl'e bedel olan Rüstem'in erliğini söyledi. 3965
  • زن چو عاجز شد بگفت احوال را  ** مردی آن رستم صد زال را 
  • Yoldaki gerdeği, o sırada vukua gelen halleri bîr bir nakletti.
  • شرح آن گردک که اندر راه بود  ** یک به یک با آن خلیفه وا نمود 
  • Erin kılıcını çekip gidişini, aslanı öldürdükten sonra gelişini, aletinin hâlâ gergedan boynuzu gibi ayakta olduğunu söyledi.
  • شیر کشتن سوی خیمه آمدن  ** وان ذکر قایم چو شاخ کرگدن 
  • Ondan sonra namuslu Halifenin gevşekliğini ve farenin bir çıtırtısından aletinin söndüğünü görünce dayanamayıp güldüğünü bildirdi.
  • باز این سستی این ناموس‌کوش  ** کو فرو مرد از یکی خش خشت موش 
  • Tanrı sırları meydana çıkarır. Mademki sonunda bitecek, kötü tohum ekme.
  • رازها را می‌کند حق آشکار  ** چون بخواهد رست تخم بد مکار 
  • Su, bulut, ateş ve bu güneş, sırlan toprağın altından çıkarır. 3970
  • آب و ابر و آتش و این آفتاب  ** رازها را می برآرد از تراب 
  • Yaprakların dökülmesinden sonra gelen bahar, kıyametin varlığına bir delildir.
  • این بهار نو ز بعد برگ‌ریز  ** هست برهان وجود رستخیز 
  • Bahar, o sırları meydana kor, şu yeryüzü ne yediyse rüsvay olur;
  • در بهار آن سرها پیدا شود  ** هر چه خوردست این زمین رسوا شود 
  • Yedikleri, ağzından, dudaklarından biter, çıkar. içindeki neyse meydana gelir.
  • بر دمد آن از دهان و از لبش  ** تا پدید آید ضمیر و مذهبش 
  • Her ağacın kökündeki sır ve o ağacın yemişi tamamiyle üstünde görünür.
  • سر بیخ هر درختی و خورش  ** جملگی پیدا شود آن بر سرش 
  • Gönlünü inciten her gam, içtiğin şarabın tesiriyledir. 3975
  • هر غمی کز وی تو دل آزرده‌ای  ** از خمار می بود کان خورده‌ای 
  • Fakat nerden bileceksin o mahmurluk, o baş ağrısı, hangi şaraptan meydana geldi?
  • لیک کی دانی که آن رنج خمار  ** از کدامین می بر آمد آشکار