English    Türkçe    فارسی   

6
2089-2113

  • Cüzü, külle doğru ok gibi gider. Kokuşuk kocakarının ardına düşer mi hiç?
  • جزو سوی کل دوان مانند تیر  ** کی کند وقف از پی هر گنده‌پیر 
  • Şeriatın canı da âriftir, takvanın canı da. Marifet, geçmiş zamanlardaki zâhitliğin mahsulüdür. 2090
  • جان شرع و جان تقوی عارفست  ** معرفت محصول زهد سالفست 
  • Zâhitlik, ekmeye çalışmaktır. Marifet de o ekilenin bitmesidir.
  • زهد اندر کاشتن کوشیدنست  ** معرفت آن کشت را روییدنست 
  • Şu halde çalışmak ve inanmak, bedene benzer. Bu ekmenin canı da biten mahsuldür ve onu devşirmektir.
  • پس چو تن باشد جهاد و اعتقاد  ** جان این کشتن نباتست و حصاد 
  • Doğruluğu emretmek de odur, doğruluk da o.
  • امر معروف او و هم معروف اوست  ** کاشف اسرار و هم مکشوف اوست 
  • Bu günümüzün de padişahıdır, yarınımızın da. Deri, daima lâtif içe kuldur.
  • شاه امروزینه و فردای ماست  ** پوست بنده‌ی مغز نغزش دایماست 
  • Şeyh “Ben Allahyım” dedi ama ileri gitti, bütün körlerin boğazını sıktı. 2095
  • چون انا الحق گفت شیخ و پیش برد  ** پس گلوی جمله کوران را فشرد 
  • Kulun varlığı, Allah varlığında yok olunca ne kalır? Bir düşün a çıfıt!
  • چون انای بنده لا شد از وجود  ** پس چه ماند تو بیندیش ای جحود 
  • Gözün varsa aç da bak. Lâ dedikten sonra artık ne kalır?
  • گر ترا چشمیست بگشا در نگر  ** بعد لا آخر چه می‌ماند دگر 
  • O göğe, aya tüküren dudağın, boğazın, ağzın kesilseydi keşke!
  • ای بریده آن لب و حلق و دهان  ** که کند تف سوی مه یا آسمان 
  • Şüphe yok ki o tükürük, göğe çıkmaz, döner, senin suratına gelir.
  • تف برویش باز گردد بی شکی  ** تف سوی گردون نیابد مسلکی 
  • “Ebuleheb’in ruhuna kıyamete kadar “Elleri kurusun” bedduası geldiği gibi o tükürük de kıyamete kadar Allah’dan, senin suratına gelir. 2100
  • تا قیامت تف برو بارد ز رب  ** هم‌چو تبت بر روان بولهب 
  • Davulu var, bayrağı var, ülkesi var. Böyle bir padişaha hazır sofraya oturur diyen köpektir.
  • طبل و رایت هست ملک شهریار  ** سگ کسی که خواند او را طبل‌خوار 
  • Gökler, onun ayına kuldur. Doğu da ondan ekmek dilemektedir, batı da.
  • آسمانها بنده‌ی ماه وی‌اند  ** شرق و مغرب جمله نانخواه وی‌اند 
  • Fermanında “Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım” hadîsi yazılı olan zat, bir zattır ki herkes, onun nimetlerine, onun rızk taksimine muhtaçtır.
  • زانک لولاکست بر توقیع او  ** جمله در انعام و در توزیع او 
  • O olmasaydı gökyüzü olmazdı, dönmezdi, nurlanmazdı, meleklere yurt kesilmezdi.
  • گر نبودی او نیابیدی فلک  ** گردش و نور و مکانی ملک 
  • O olmasaydı denizler olmaz, denizlerdeki heybet vücut bulmaz, balıklar ve padişahlara lâyık inciler meydana gelmezdi. 2105
  • گر نبودی او نیابیدی به حار  ** هیبت و ماهی و در شاهوار 
  • O olmasaydı yeryüzü olmaz, yeryüzünün içinde defineler, dışında yaseminler yaratılmazdı.
  • گر نبودی او نیابیدی زمین  ** در درونه گنج و بیرون یاسمین 
  • Rızklar da onun rızkını yemektedir. Meyveler de onun yağmuruna karşı dudakları kupkuru bir haldedir.
  • رزقها هم رزق‌خواران وی‌اند  ** میوه‌ها لب‌خشک باران وی‌اند 
  • Kendine gel , bu işteki düğüm, tersine düğümlenmiştir. Sana sadaka verene sen sadaka ver!
  • هین که معکوس است در امر این گره  ** صدقه‌بخش خویش را صدقه بده 
  • Ey yoksul zengine zekât ver. Bütün altınlar, bütün ipekli kumaşlar, yokluktadır, yoksuldadır.
  • از فقیرستت همه زر و حریر  ** هین غنی راده زکاتی ای فقیر 
  • Senin gibi bir kötü, o makbul ruha eş olmuş, Nuh’un nikâhındaki kâfir gibi âdeta. 2110
  • چون تو ننگی جفت آن مقبول‌روح  ** چون عیال کافر اندر عقد نوح 
  • Bu yurda mensup olmasaydın şimdi seni paramparça ederdim.
  • گر نبودی نسبت تو زین سرا  ** پاره‌پاره کردمی این دم ترا 
  • O Nuh’u da senden halâs ederdim, ben de kısasa uğrar, Şeyh’in yolunda ölmek şerefiyle yücelirdim.
  • دادمی آن نوح را از تو خلاص  ** تا مشرف گشتمی من در قصاص 
  • Fakat zamanın padişahlar padişahının evinde bu çeşit küstahlıkta bulunamam.
  • لیک با خانه‌ی شهنشاه زمن  ** این چنین گستاخیی ناید ز من