English    Türkçe    فارسی   

6
4265-4289

  • İşte bekçi, o adamı böyle bir zamanda yakalamış sayısız kötek atmış, sopayla iyice dövmüştü. 4265
  • در چنین وقتش بدید و سخت زد  ** چوب‌ها و زخمهای بی‌عدد 
  • O yoksul dövme doğruyu söyleyeceğim diye bar bar bağırmaya başlamıştı.
  • نعره و فریاد زان درویش خاست  ** که مزن تا من بگویم حال راست 
  • Bekçi dedi ki: Peki mühlet verdim, söyle. Neden geceleyin sokağa çıktın?
  • گفت اینک دادمت مهلت بگو  ** تا به شب چون آمدی بیرون به کو 
  • Sen buralı değilsin, yabancısın, belli. Doğru söyle, ne hileye çattın bakalım?
  • تو نه‌ای زینجا غریب و منکری  ** راستی گو تا بچه مکر اندری 
  • Divan ehli, bekçiyi kınamışlar, neden hırsızlar bu zaman çoğaldılar?
  • اهل دیوان بر عسس طعنه زدند  ** که چرا دزدان کنون انبه شدند 
  • Bu çokluk senin ve senin gibilerin yüzünden. Önce çirkin ve pis arkadaşlarını göster. 4270
  • انبهی از تست و از امثال تست  ** وا نما یاران زشتت را نخست 
  • Yoksa hepsinin öcünü senden alırız. Bu suretle her mal sahibinin altını da emin olsun demişlerdi.
  • ورنه کین جمله را از تو کشم  ** تا شود آمن زر هر محتشم 
  • Adam ağız dolusu yeminlerden sonra ben ne ev yakan birisiyim, ne yankesici.
  • گفت او از بعد سوگندان پر  ** که نیم من خانه‌سوز و کیسه‌بر 
  • Ben ne hırsızım, ne zalim. Ben Mısır’da garip bir Bağdatlıyım dedi.
  • من نه مرد دزدی و بیدادیم  ** من غریب مصرم و بغدادیم 
  • ”Yalan insana şüphe verir, doğruysa inanç” hadisi
  • بیان این خبر کی الکذب ریبة والصدق طمانینة 
  • Rüyasını, rüyada hatifin kendisine bir define haber verdiğini söyledi. Bekçinin gönlü rahatlaştı, adamın doğru söylediğini anladı.
  • قصه‌ی آن خواب و گنج زر بگفت  ** پس ز صدق او دل آن کس شکفت 
  • Yemininden doğruluk kokusu gelmekteydi. Sözünden, içinin çörekotu gibi yandığı anlaşılıyordu. 4275
  • بوی صدقش آمد از سوگند او  ** سوز او پیدا شد و اسپند او 
  • Gönül doğru sözden huzur ve sükun bulur, susuzun suyla hararetini teskin etmesi gibi.
  • دل بیارامد به گفتار صواب  ** آنچنان که تشنه آرامد به آب 
  • Ancak bir illete tutulmuş olan mahcup gönül, doğruyu anlamaz. O, peygamberlerle ahmak bir adamı bile ayırdedemez.
  • جز دل محجوب کو را علتیست  ** از نبیش تا غبی تمییز نیست 
  • Yoksa mahallinden kopup gelen o haber, aya bile gelse onu ikiye böler.
  • ورنه آن پیغام کز موضع بود  ** بر زند بر مه شکافیده شود 
  • Ay ikiye bölünür de o hicap altında kalmış gönül bölünmez. Çünkü o, sevgili değildir, onu Tanrı reddetmiştir.
  • مه شکافد وان دل محجوب نی  ** زانک مردودست او محبوب نی 
  • Bekçinin gözleri yaşardı, bir kaynak oldu adeta. Fakat kuru sözden değil, gönül korkusundan. 4280
  • چشمه شد چشم عسس ز اشک مبل  ** نی ز گفت خشک بل از بوی دل 
  • Bir söz cehennemden kopar, adamın dudağına kadar gelir. Bir söz de can şehrinden kopar, dudağa gelir.
  • یک سخن از دوزخ آید سوی لب  ** یک سخن از شهر جان در کوی لب 
  • Bu dudak, cana canlar katan denizle, eziyetler, zahmetler denizi arasında bir berzahtır.
  • بحر جان‌افزا و بحر پر حرج  ** در میان هر دو بحر این لب مرج 
  • Şehirlerdeki köylü pazarına benzer adeta. Etraftan alışveriş için hep oraya gelirler.
  • چون یپنلو در میان شهرها  ** از نواحی آید آن‌جا بهرها 
  • Kusurlu kumaşla, adamın kesesini berbadeden kalp akça ve inci gibi değerli ve pahalı kumaş, hep oradadır.
  • کاله‌ی معیوب قلب کیسه‌بر  ** کاله‌ی پر سود مستشرف چو در 
  • Bu köylü pazarından kim, daha ziyade ticaretten anlar, geçer akçayla kalp akçayı görür, tanırsa kar eder. 4285
  • زین یپنلو هر که بازرگان‌ترست  ** بر سره و بر قلب‌ها دیده‌ورست 
  • Köylü pazarı, bu çeşit adama kar yeri olur. Başkasına da körlüğü yüzünden suç ve zarar yeridir.
  • شد یپنلو مر ورا دار الرباح  ** وآن گر را از عمی دار الجناح 
  • Alem cüzülerinden her biri, teker teker aptala düğümdür, ustaya düğüm açmak.
  • هر یکی ز اجزای عالم یک به یک  ** بر غبی بندست و بر استاد فک 
  • Birine şekerdir, öbürüne zehir. Birine lütuftur, öbürüne kahır.
  • بر یکی قندست و بر دیگر چو زهر  ** بر یکی لطفست و بر دیگر چو قهر 
  • Her cansız şey, peygambere hikayeler söyler. Kabe, hacıya tanıklık eder, söz söyler.
  • هر جمادی با نبی افسانه‌گو  ** کعبه با حاجی گواه و نطق‌خو