- Yiyecek bulmak, yayılmak üzereyken ansızın feleğin sınaması gelir çatar.
- تا علف چیند ببیند ناگهان ** بازیی دیگر ز حکم آسمان
- Öbür dağa bakar, orada bir dişi dağ keçisi görür. 810
- بر کهی دیگر بر اندازد نظر ** ماده بز بیند بر آن کوه دگر
- Derhal gözleri kararır. Bu dağdan ta o dağa sıçramak ister.
- چشم او تاریک گردد در زمان ** بر جهد سرمست زین که تا بدان
- Dişi keçinin bulunduğu dağ, ona o kadar yakın görünür ki oraya sıçramak, ev kapısının etrafında koşup dolanmak kadar kolay gelir.
- آنچنان نزدیک بنماید ورا ** که دویدن گرد بالوعهی سرا
- Binlerce arşın yol ona iki arşınlık bir mesafe görünür, o sarhoşlukla sıçramak ister.
- آن هزاران گز دو گز بنمایدش ** تا ز مستی میل جستن آیدش
- Sıçrayınca da iki amansız dağın arasında ki çukura düşüverir.
- چونک بجهد در فتد اندر میان ** در میان هر دو کوه بی امان
- O avcılardan dağa kaçmıştı, kaçıp sığındığı yer, kanını döker. 815
- او ز صیادان به که بگریخته ** خود پناهش خون او را ریخته
- Avcılarsa o iki dağ arasındaki yarda oturmuş, bu azametli kaza ve kaderin zuhurunu beklemekteler…
- شسته صیادان میان آن دو کوه ** انتظار این قضای با شکوه
- Dağ keçisi, ekseriyetle böyle avlanır. Yoksa bu hayvan, pek yürük, pek çeviktir, düşmanını sezer, anlar.
- باشد اغلب صید این بز همچنین ** ورنه چالاکست و چست و خصمبین
- Rüstem’in kellesi, kulağı yerindedir, sakallı, bıyıklı bir adamdır. Ama ayağını tutup onu kafese sokan tuzak, şehvettir.
- رستم ارچه با سر و سبلت بود ** دام پاگیرش یقین شهوت بود
- Benim gibi şehvet sarhoşluğundan kesil, bu sarhoşluğu, devede seyret!
- همچو من از مستی شهوت ببر ** مستی شهوت ببین اندر شتر
- Sonra da âlemdeki bu şehvet sarhoşluğu, bil ki meleklerin sarhoşluğuna karşı pek hordur, pek bayağıdır. 820
- باز این مستی شهوت در جهان ** پیش مستی ملک دان مستهان
- O sarhoşluk, bu sarhoşluğu kırar, mahveder. Melek, nasıl olur da şehvete iltifat eder ki?
- مستی آن مستی این بشکند ** او به شهوت التفاتی کی کند
- Tatlı suyu tatmadıkça acı su, insana gözünün nuru gibi hoş gelir.
- آب شیرین تا نخوردی آب شور ** خوش بود خوش چون درون دیده نور
- Gökyüzü şaraplarının bir katrası bile insanı şaraptan da vazgeçirir, sâkilerden de!
- قطرهای از بادههای آسمان ** بر کند جان را ز می وز ساقیان
- Artık düşün sen, meleklerin ne sarhoşlukları olur, tertemiz ruhlar, ululuktan ne mestîliklere düşer!
- تا چه مستیها بود املاک را ** وز جلالت روحهای پاک را
- Onlar, bu şaraptan bir koku alarak gönüllerini vermişler, bu âlem şarabının küpünü kırmışlardır. 825
- که به بوی دل در آن می بستهاند ** خم بادهی این جهان بشکستهاند
- Ancak, ümitsiz ve o âlemden uzak olanlar, kâfirler gibi kabirlerinde gizlenmişler,
- جز مگر آنها که نومیدند و دور ** همچو کفاری نهفته در قبور
- İki âlemden de ümitlerini kesmişler, hadde hesaba gelmez dikenler ekmişlerdir!
- ناامید از هر دو عالم گشتهاند ** خارهای بینهایت کشتهاند
- Hârût la Mârût, sarhoşluklarından “Ah ne olurdu, bulut gibi biz de yeryüzüne rahmet yağdırsak,
- پس ز مستیها بگفتند ای دریغ ** بر زمین باران بدادیمی چو میغ
- Bu zulüm yurduna adalet, insaf, ibadet ve vefayı yaysaydık” dediler.
- گستریدیمی درین بیداد جا ** عدل و انصاف و عبادات و وفا
- Onlar bunu dedi ama kaza ve kader de “Durun ayaklarınızın önünde gizli tuzaklar pek çok. 830
- این بگفتند و قضا میگفت بیست ** پیش پاتان دام ناپیدا بسیست
- Kendinize gelin de belâ çölüne küstahça gitmeyin… Kendinize gelin de körcesine Kerbelâ’ya at sürmeyin!
- هین مدو گستاخ در دشت بلا ** هین مران کورانه اندر کربلا
- Çünkü o çölde helâk olanların kıllarından, kemiklerinden yolcu, ayak basacak yer bulamaz.
- که ز موی و استخوان هالکان ** مینیابد راه پای سالکان
- Yol, baştanbaşa kıl, kemik, sinir doludur. Allah’ın kahır kılıcı, nice varları yok etmiştir!
- جملهی راه استخوان و موی و پی ** بس که تیغ قهر لاشی کرد شی