English    Türkçe    فارسی   

3
1136-1160

  • Onun sevgisi, şüphe ve tereddütleri yakan bir ateştir. Gündüzün nuru, bütün hayalleri siler süpürür.
  • هست عشقش آتشی اشکال‌سوز ** هر خیالی را بروبد نور روز
  • Ey Allah rızasını elde eden, bu sual, sana o taraftan geldi, cevabını da o taraftan ara.
  • هم از آن سو جو جواب ای مرتضا ** کین سال آمد از آن سو مر ترا
  • Gönlün köşesiz köşesi yok mu? İşte o bucak, padişaha varan bir yoldur. Gönlün doğudan da olmayan, batıdan da olmayan aydınlığı, tek bir aydan meydana gelir.
  • گوشه‌ی بی گوشه‌ی دل شه‌رهیست ** تاب لا شرقی و لا غرب از مهیست
  • Ey mana dağı, sen yoksullar gibi bu tarafa o tarafta neden ses arayıp durursun.
  • تو ازین سو و از آن سو چون گدا ** ای که معنی چه می‌جویی صدا
  • Derde düşünce iki büklüm olup “Yarabbi” diye yalvardığın taraf yok mu, bu sesi de o tarafta ara. 1140
  • هم از آن سو جو که وقت درد تو ** می‌شوی در ذکر یا ربی دوتو
  • Dert ve ölüm zamanı o tarafa yönelir, feryat ve figana düşersin. Dertten kurtulunca neden yabancıya dönüyor, hiç o tarafı aklına bile getirmiyorsun?
  • وقت درد و مرگ آن سو می‌نمی ** چونک دردت رفت چونی اعجمی
  • Mihnet zamanında “Allah” demeye başlar, sıkıntın geçti mi “Nerede ona yol ?” dersin.
  • وقت محنت گشته‌ای الله گو ** چونک محنت رفت گویی راه کو
  • Bu hal, şundan ileri geliyor: “Allah’ı şeksiz, şüphesiz bilen, tanıyan, daima onu anlar, ondan hiç ayrılmaz.
  • این از آن آمد که حق را بی گمان ** هر که بشناسد بود دایم بر آن
  • Fakat akıl ve şüphe hicaplarında kalan kişiye Allah tecellisi, gâh örtülür, gâh yenini, yakasını yırtıp görünür.
  • وانک در عقل و گمان هستش حجاب ** گاه پوشیدست و گه بدریده جیب
  • Aklı cüzi gâh üstündür, gâh baş aşağı, Aklı Külli ise bütün hâdiselerden kurtulmuştur, emindir. 1145
  • عقل جزوی گاه چیره گه نگون ** عقل کلی آمن از ریب المنون
  • Akılla hüneri sat da hayreti satın al. Oğul, horluğa doğru git, Buhara’ya değil!
  • عقل بفروش و هنر حیرت بخر ** رو به خواری نه بخارا ای پسر
  • Biz neye bu derece de söze daldık? Hikâye söyleyelim derken hikâye olduk gitti.
  • ما چه خود را در سخن آغشته‌ایم ** کز حکایت ما حکایت گشته‌ایم
  • Ben yokum zaten ağlayıp, ağlayıp sızlayarak masal oldum gitti… Bu suretle secde edenler arasına katılayım, onlarla beraber yuvarlanayım bari.
  • من عدم و افسانه گردم در حنین ** تا تقلب یابم اندر ساجدین
  • İş bilen, söz anlayan adama bu söz, hikâye değil. Hâlimi anlatıyorum ben, sevgilinin huzurundayım ben!
  • این حکایت نیست پیش مرد کار ** وصف حالست و حضور یار غار
  • Âsi, bunlar önce gelip geçenlere ait aslı yok masallar dedi ya… Kur’an hakkında söylenen bu söz, nifak eseridir. 1150
  • آن اساطیر اولین که گفت عاق ** حرف قرآن را بد آثار نفاق
  • İçinde Allah nuru olan Lâmekân âleminde nerede geçmiş, nerede gelecek, nerede hâl,
  • لامکانی که درو نور خداست ** ماضی و مستقبل و حال از کجاست
  • Geçmiş, gelecek, sana göredir. Yoksa hakikatte ikisi de birdir. Fakat sen iki sanırsın.
  • ماضی و مستقبلش نسبت به تست ** هر دو یک چیزند پنداری که دوست
  • Bir adam, onun babasıdır, bizim oğlumuz, Zeydin altında olan dam, Amr’ın üstündedir.
  • یک تنی او را پدر ما را پسر ** بام زیر زید و بر عمرو آن زبر
  • Damın altta, üstte oluşu, o iki adama göredir. Hakikatteyse dam tek bir şeydir, işte o kadar!
  • نسبت زیر و زبر شد زان دو کس ** سقف سوی خویش یک چیزست بس
  • Bu söz, onun misli değildir, bir misaldir ancak. Eski harfler, yeni manayı ifade edemez ki. 1155
  • نیست مثل آن مثالست این سخن ** قاصر از معنی نو حرف کهن
  • Ey tulum, burası mademki ırmak kıyısı değil, ağzını kapat. Bu şeker denizinin ne kıyısı var, ne kenarı!
  • چون لب جو نیست مشکا لب ببند ** بی لب و ساحل بدست این بحر قند
  • Firavunun sihirbazları çağırtmak üzere şehirlere adam göndermesi
  • فرستادن فرعون به مداین در طلب ساحران
  • Musa, dönüp Firavun kalınca bütün rey ve tedbir sahiplerini danışmak üzere çağırdı.
  • چونک موسی بازگشت و او بماند ** اهل رای و مشورت را پیش خواند
  • Padişahın, Mısır sultanı olan Firavunun Mısır civarındaki bütün sihirbazları çağırmasını kararlaştırdılar.
  • آنچنان دیدند کز اطراف مصر ** جمع آردشان شه و صراف مصر
  • Firavun hemen bütün sihirbazların toplanması için etrafa bir hayli adam gönderdi.
  • او بسی مردم فرستاد آن زمان ** هر نواحی بهر جمع جادوان
  • Nerede ünlü bir büyücü varsa gelmesi için on haberci yolladı. 1160
  • هر طرف که ساحری بد نامدار ** کرد پران سوی او ده پیک کار